Tarihe baktığımız zaman, yakınmaların ardının, arkasının gelmediğini görüyoruz. Yakınmaları gazeteciler yazmış. Vatandaşlar kendi aralarında konuşmuş. Şairler, şiirleriyle dile getirmiş. Ama yakınmalar kesilmemiş.
“Çıktım yücesine seyran eyledim
Gördüm ak kuğulu eler perişan
Bir başıma olsam gam çekmez idim
Bir ben değil, cümle âlem perişan”
Bu şiirin yazıldığının üzerinden yüz yıllar geçmiş.
Ne değişmiş?
Hiç bir şey değişmemiş.
Anne babalar çocuklarından, çocuklar anne babalarından, öğretmenler öğrencilerinden, öğrenciler öğretmenlerinden, vatandaşlar yöneticilerden; yöneticiler vatandaşlardan, hanımlar kocalarından, kocalar hanımlarından hep yakınıp durmuş.
Suçlu ya da kusurlu kim?
İşte o belli değil.
Dünyada en kolay iş başkalarını eleştirmektir. En zor olan, eleştirilemeyecek şekilde hareket edebilmektir.
İşin bir de iftiraya uğrama tarafı var.
Bir düşünür; “Kar kadar lekesiz, süt kadar beyaz olsanız da, iftiraya uğramaktan kurtulamazsınız” diyor.
Toplum içinde yaşıyorsanız, her türlü olumsuz olasılıklarla karşılaşmanız kaçınılmazdır.
Adamın biri, eşeğine binmiş, oğlu da yanı sıra gidiyormuş. Bir vatandaşa rastlamış. Vatandaş; “Adama bak” demiş. Kendisi eşeğe binmiş, çocuğu yürütüyor. Adam eşekten inmiş çocuğu bindirmiş. Bir başka vatandaş; “Adama bak” demiş; kendisi yaşlı olduğu halde yürüyor, çocuk eşeğin sırtında” Biraz düşündükten sonra her ikisi de eşeğe binerek yollarına devam etmek istemiş. Bir başka vatandaş da, “Yahu, eşeğe günah değil mi, ikiniz de eşeğin sırtına binmişsiniz” Bu kez adam da çocuk da inmiş yaya gidiyorlarmış. Bu kez bir başkası; Yahu, demiş, madem eşeğe binmeyecektiniz, niye eşeği terkinize aldınız!”
İşte toplumumuz bu.
Yakınmanın önüne nasıl geçeceksiniz?