Hepimiz yaşadığımız müddetçe güzelin peşinde pervane oluruz. Onun bastığı yere basmaya, onun baktığı yere bakmaya, onun gönlünün aktığı yere akmaya meylederiz. Böyle kopmaz, güçlü bir bağımız var güzelle… Fakat güzel, sevdalarımızın içini dolduran ve gözümüze hoş gelen maddi varlıktan ibaret bir değer midir? Güzelin izafi kıymeti midir esas olan, yoksa güzellik mutlak mıdır? Bunun üzerinde kafa yormak gerekmez mi?
Güzellik anlayışı fertlere ve toplumlara göre değişebilir. Söz konusu kavrama bu açıdan baktığımızda aslında güzelliğin genel itibariyle göreceli bir kavram olduğunu görürüz. Birilerinin uğrunda her şeyini feda edecek kadar değer verdiği ve güzel bulduğunu bir başkası değersiz ve itici bulabilir. Gönüller birbirine ısındıktan sonra şekil güzelliği ikinci planda kalır. Zira göz görmek istediğini görür. Görüntü de hislerle bir şekilde bağlantılıdır.
İnsanlar kendilerine tarafsız gözle bakabilmelidir. Başkalarının bize dair önyargıları iç huzurumuzu kaçırmamalıdır. Dışımızı sürekli kontrol altında tuttuğumuz gibi içimizi de zaman zaman denetlemeliyiz. Kişi ara sıra kendisini vicdan kantarına koyup tartmalıdır.
Güzellik maneviyatla uyum içerisinde olmalıdır. Maddi güzellik saplantısı bizi derin ve kalıcı huzursuzluklara götürebilir. Mühim olan Allah’ın güzellik anlayışıdır. Ne güzel söylemiş Fahri Kâinat Efendimiz : “Allah güzeldir, güzeli sever.” diye… Onun güzellik anlayışı zahiri değil, batınidır. Zira insanın iç güzelliği, esas olandır. İç güzelliğine genel anlamda ‘ahlak’ da diyebiliriz. Günümüzde evlenen fertler dış güzelliği ön planda tuttukları için kurdukları yuvalar da kısa zamanda çatırdıyor. Beklenen huzur bir türlü elde edilemiyor.
Maddi güzellikler fanidir, baki olan ahlak güzelliğidir. Ahlak güzelliği öteki âlemimizi de tezyin eder. Hz. Muhammed(sav) her açıdan güzel ahlakı tamamlamak için emsalsiz bir numune olarak bizlere göndermiştir. Resulullah’ın ahlak güzelliği bize model olarak sunulmuştur. Çünkü o ahlakın zirvesidir. Bununla ilgili yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.”(Kalem 68/4)
Eskiler “Güzellik ondur dokuzu dondur” demişler… Anadolu’da yaygın olarak kullanılır bu tabir…’Don’ Anadolu’da ‘giysi’ demektir. Bu sözde ‘insanı güzelleştiren unsurların onda dokuzu elbisedir’ denilmek isteniyor. Şayet dış güzellik aranıyorsa bunu en çok giydiğimiz elbiseler bize sağlar. Üstü başı dağınık insanlar şık ve güzel giyindirilirse bambaşka bir görünüme bürünürler. Onları tanımakta zorlanırız. Demek ki dış güzellik öyle önemsenecek bir şey değildir. Elde edilir, sonra kaybolur. Özümüzden gelen bir şey değildir.
Mademki dış güzellik maddeye dayalıdır, o zaman çok mühim addedilmemelidir. Bilinmelidir ki madde ortadan kalkınca çıplak yüzümüzle baş başa kalırız. İşte o zaman gerçeklerin gizli ve hakiki diliyle yüzleşiriz. Biz o zaman ‘biz’ oluruz.
“Dünyayı güzellik kurtaracak” demişti büyük Rus yazarı Dostoyevski… Bu söze katılmamak mümkün mü? Sahiden de dünyayı yaşanılır hale getirenler güzele dört elle sarılanlar, güzel bakanlar, güzel görenler ve bakış açımızı güzelleştirenlerdir.
Dünyayı cehenneme döndürenler ise güzellikleri sadece kendilerinden ibaret görenlerdir. Başkalarının güzelliklerini ve güzellerini hazmedemeyenler, onları ortadan kaldırarak kendilerinin vitrin önünde daimi kalmasını sağladıklarını zannederler. Onlar ki kendi iç kaoslarına bile hâkim olamazlar. Çamura saplandıkça özünden uzaklaşırlar.
Bilinmelidir ki iç ve dış güzelliğin reklâma ihtiyacı yoktur. O her halükârda kendini belli eder. Zorlamayla da güzel olunmaz. Günümüzde insanlar güzel görünmek için neler neler yapıyorlar… Özellikle kadınlarımız yaşından daha genç görünmek için avuç avuç para harcıyor. En değerli vakitlerini güzellik salonlarında geçiriyorlar. Manikür, pedikür, makyaj, diyet almış başını gidiyor. İnsanları güzelleştirme ciddi bir sektör olmuş. Güzelleşmek için bıçak altına yatıyor insanlar… Yüz gram kilo aldıklarında rüyaları kâbusa dönüyor.
Erkekler kadınlara nazaran kendi fiziksel özelliklerine fazla takılıp kalmıyorlar. İç güzelliklerini daha ön planda tutuyorlar, iç dinamikleriyle yetinebiliyorlar. Fakat her şeye rağmen yine de bakımlı olmaya çalışıyorlar. Bedenleriyle daha barışık yaşamasını becerebiliyorlar; saplantılara direniyorlar. Durum böyleyken karşı cinslerinde ruh güzelliğinden önce fiziki güzellik arıyorlar. Bu bakış açısı onların içlerinde bir kısım çelişki yumaklarının oluşmasına da zemin hazırlıyor.
Fiziki güzellikler senelerin insafına terk edilmiştir. Oysa iç güzelliğimiz yaşla birlikte kaybolmaz; aksine kişi yaşlandıkça ruh güzelliği daha da oturur, bariz bir hâl alır. Bunun böyle bilinmesi ve bakış açılarının oluşmasında sağlam ölçütlerin esas alınması gerekir.