Issız bir çölde, yolunu, yönünü bilmeyen insan gibiyiz.
Gazeteleri okumak, televizyon kanallarını izlemek içimizi karartıyor. Hırsızlıklar, soygunlar, kara para aklamaları, gösteriş budalalıkları, Yüksek Yargı organlarının kendi aralarındaki uyuşmazlıklar ve bunların tümünün üstünde, haksızlıklar karşısında tek sığınağımız olan yargıya güvenin sarsılması, gençlerin ülke dışında yaşamak isteklerini beyan etmeleri aklımızı karıştırıyor.
Ne yapacağımız, ne edeceğimiz, kendimize, toplumumuza, giderek ülkemize nasıl bir yön çizileceği konusunda kuşkularımız var.
Ekonomimizin düzeltmesi için, 2000 yılı öncesi bir kurtarıcı davet etmiştik. O günlerde de ülke olarak, ülkenin bireyleri olarak ekonomik yönden büyük sıkıntılar çekmiştik.
Şimdi, ülke dışında görevli iki yurttaşımızı daha davet ettik, ekonomimizi olumlu bir yön vermeleri için. Biri, Maliyenin başında, diğeri de Merkez Bankasının başında. Samimi olarak uğraştıklarına inanıyoruz. Ama iş dönüp dolaşıp yine vatandaşın sırtına yükleniyor, yüklenecek gibi görünüyor. Un çuvalı gibi, vurdukça tozduğunu düşünüyorlar vatandaşların herhalde.
Vursunlar, vatandaşlar da tozsun ama nereye kadar?
Günden güne artan işsizliği, azalmış gibi gösteriyorlar.
Kamuda çalışanların, insan gibi yaşamalarını sağlayacak maaş artışını yapmamak için, vatandaşın yüzde yüzü çok aşan enflasyonunu, gerçeğin altında gösteriyorlar.
Tasarruf denen bir şey yok, israf çok.
Cumhuriyetimizin ilk yıllardaki kamu görevlilerinin katlandığı sıkıntıların hiç birine katlanmıyorlar.
1940’larda kamu kurumlarını teftişe gelen bir Müfettişe, “Kâğıt yok, zarf yok, toplu iğne bile yok” diye yakınmış memurlar. Müfettiş, gaz lambasının ışığında gece sabaha kadar, bir dakika bile uyumadan, teftiş ettiği tüm belgelerdeki toplu iğneleri çıkarmış bir masanın üstüne yığmış. Zarfları ters-düz etmiş, zarf olarak yine kullanılmasını sağlamış. Daireler arasında, il ve ilçeler arasındaki yazışmaların, daha önceki yazılı kâğıtların yazısız kısmına yazılmasını önermiş.
İşte tasarruf dediğiniz bu. Bu tasarrufu herkes yapacak. Ülkemiz, ekonomik yönden düzlüğe çıktığında daha rahat hareket edebiliriz.
Şimdi biz ne yapıyoruz?
Kuru yaprak gibi, rüzgârın önünde, nereye gittiğimiz belli olmadan savruluyoruz.
Var mı, bu söylediklerimizin yalanı, yanlışı?