Her geçen gün feminizme kurban edilen kadınlar hayatımızın öznesidir.
Kadınlar hayatımızın öznesidir. Onların olmadığı bir hayat, nereden bakarsanız bakın eksiktir. Kadın elinin değdiği her iş başa varır. Onlar annedir, abladır, bacıdır, vefalı eştir. Kadınlarına değer vermeyen toplumların ilerlemesi, muasır medeniyet seviyesine yükselmesi mümkün değildir. Bunun canlı örneklerini geçmişteki yaşantılar açıkça göstermiştir.
Toplumların belkemiği olan kadınlarımızın kıymetleri yeterince bilinmiyor. Bazı ülke ve bölgelerde ayrımcılığa tabi tutuluyorlar. Acıları evvela kadınlar çekiyor. Ailenin yükünün en ağırını onlar taşıyor. Aileyi kadınlar ayakta tutuyor, dengeyi sağlıyor, çekip çeviriyor.
Kadınlarımız anne olmaları vasfıyla varlık sebebimizdir aynı zamanda. Kadınlarımız hayatın ağır yükünü omuzlayarak erkeklere yardımcı olan eli öpülesi mübarek varlıklardır. Onlar olmasaydı, erkekler hayat denen bu ağır yükü öyle kolay taşıyamazlardı.
İnsanları ‘kadın-erkek’ diye ayrıma tabi tutup değerlendirmek ne kadar ahlâkî ve samimi bir davranış olur? Bu hususta ciddi endişelerim var. Çünkü kâinatı yaratan Allah, kendisinin halifesi olarak dünyaya gönderdiği insana hitap ederken onun cinsiyetini ön planda tutmuyor. Ayetlere baktığımızda bunların çoğunun “Ey insanlar…” diye başladığını görürüz. Hiçbir ayet “Ey erkekler, ey kadınlar…” diye başlamıyor; Rabbimiz genel hitapta bulunuyor. Çünkü Allah, insanî vasıfları esas alarak kullarına sesleniyor. Kulu bir bütün olarak görüyor.
Dünya kurulduğundan bugüne kadar, şöyle veya böyle, kadınlarla erkekler birbiriyle kıyaslanmış, müspet ve menfi kanaatler ileri sürülmüştür. Fakat birbirini tamamlayan bu iki kesim genelde birbiriyle uzlaştırılacak yerde, aksine “feminizm” adı altında kışkırtılmıştır. Bu tutum, her iki kesime de sevgi ve zaman kaybettirmiştir. Oysa kadınla erkek bir elmanın eş parçaları gibi görülmeliydi. Onları düşmanlaştırmak hiç kimseye bir şey kazandırmamıştır.
Kadınların mağduriyetinin zeminini hazırlayanlar genelde vefa duygusundan bîhaber erkeklerdir. Görünen o ki gelinen noktada erkekler kadınları hakkıyla ve lâyıkıyla taşıyamıyor. Çoğu erkek yaşadığı ortamın tek hâkimi olmak istiyor. Tabii ki bunlar sağlıklı ruh halleri değildir. Hayat paylaşmaktır. Acılar paylaşıldıkça azaldığı gibi, mutluluklar da paylaşıldıkça çoğalır. Paylaşmak için de kadınlar her zamanda ve zeminde yanı başımızdadır.
Eski Türklerde kadın çok kıymetli ve muhterem bir varlıktı.
Eski Türklerde kadın çok kıymetli bir varlıktı. Kadına duyulan saygı ve sevgi üst düzeydeydi. Öyle ki “ana hakkı” ile “Tanrı hakkı” bir tutulmuştur. Türk dillerindeki kelimelerde cinsiyet ayrımının (müennes/müzekker, erkeklik/dişilik) olmaması da kadınla erkek arasında fark gözetilmediğini gösterir. Aksine kadın bazı yerlerde daha ön plandadır.
Eski Türklerde aileye çok büyük bir kıymet verilmiş, ailenin ayrılmaz bir parçası olan kadın, adeta baş tacı edilmiştir. Kadın her şeyden evvel eş ve anne olarak görülmüştür. Ailenin, dolayısıyla da toplumun mutluluğu ona endekslenmiştir. O ki çocuk doğurmakla kalmaz, onu besler, büyütür, ona kol kanat gerer, ilk eğitimini de kendisi verir.
Eski Türklerde kadın, anneliğinin yanında daima kocasının yanında ve yakınında yer alan asil bir kahramandı. Kadın ata biner, silah kullanır, yeri geldiğinde düşmana karşı kahramanca savaşır. Orta Asya Türk devletlerinden İskitlerde, Hunlarda, Göktürklerde ve Uygurlarda kadınlar çok mühim konumdaydı. Hakları ve yetkileri çoktu. Özellikle İskitlerde kadınlar asker olarak yetiştirilir, erkeklerle birlikte savaşırlardı. Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete’nin hanımının imzalamış olması eski Türklerde kadının hangi konumda olduğunu göstermesi açısından önemlidir.Oysa Batılı devletlerde kadın estetik bir unsur olmanın ötesinde bu gibi özelliklere sahip bir varlık olarak görülmez.
Eski Türk devletlerinde kadınlar cemiyet hayatında olduğu gibi, siyasî hayatta da önemli roller üstlenmiştir. Hun Türklerinde kadın, erkeğin eksiklerini tamamlayan bir unsur olarak görülürdü. Türklerde devlet işleri de dahil olmak üzere, kadının dahil olmadığı iş yok gibiydi. Yabancı devlet elçileri hakanın huzuruna çıkarken eşleri de yanlarında bulunurdu. Hatta hakanların eşleri tek başlarına bile elçileri kabul etme hakkına sahiptiler. Kabul törenlerinde, ziyafetlerde, şölenlerde hatunlar hakanın solunda otururdu. Siyasî ve idarî meselelerde görüş beyan ederlerdi. Bunların ötesinde kadınlar harp meclislerine bile katılırdı.