Özellikle büyük kentlerimizde, mermerin en kalitelisinden yapılmış, şatafatlı mezar taşlarına, güzel yazılarla isimlerin yazıldığını görünce, Yunus Emre’yi anımsarım hep.
Ne diyordu Yunus Emre:
“Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin”
O şatafatlı mezar taşlarının ve mermerlerin üzerlerine ne yazılırsa yazılsın, altında yatana bir yararı var mıdır?
“Kesinlikle yoktur” dediğinizi düşünüyorum. Doğrusu da, bir yararı olmadığıdır. Bilmiyorum, belki de bu yüzden ve yine, belki de, yalnız Araplar değil, ülkemizin pek çok yerinde de, mezarlarının çok sade olmasını, yalnızca yerinin belirlenmesini vasiyet edenler vardır.
Ağabeyim Orhan Celal Tuğlu, Ankara ve İstanbul’dan sonra, son yıllarını Antalya’da geçirmişti. Önce hanımını toprağa vermişti Antalya’da.
“Öldüğümde beni memlekete götürme zahmetine girmeyin. Antalya da, olabilirse bir köy mezarlığında toprağa verin” demişti. Dediği gibi oldu, Antalya da kaldı.
Yakınlarımızın mezarlarının çoğu Kelkit ilçemizdedir. Son 50 yıldan beri, aile bireylerimiz ülkenin dört bir yanına dağıldığı gibi, mezarlarımız da dağıldı.
Annemin mezarının İstanbul’da, ağabeyiminkinin Antalya da, Amcamın Çanakkale’de, dedemin Trabzon’da, diğer yakınlarımızın da ülkemize dağıldığını düşünerek, içimden Kelkit geçmesine karşın, koşullar elvermiyorsa, neresi olursa olsun demeye başladım.
Hukukçu, Gümüşhane- Bayburt Baro Başkanı, eski Parlamenter ve gazetemiz Kuşakkaya’nın başyazarı Necati Akagün, bir yazısında; “Doğduğum topraklara gömülmek isterim” demişti. Nasip olmadı, tedavi için İstanbul’a gitti, orada kaldı.
İnsanların mezarı nerede kazılırsa kazılsın, orada kalan, belli bir süre sonunda toprak olacak et ve kemiktir. Can, çıkar çıkmaz ruhun gideceği yer başkadır.
Allah, inanan, ama yeteri kadar hazırlıklı olmayanların yardımcısı olsun.
Yunus Emre, ölümden sonrası için bir yer belirlememişse, mezarım şöyle yapılsın, böyle yapılsın vasiyetinde bulunmamışsa, biz niye bulunalım?