Özgürlüğüne düşkün milletlerin idare şeklidir cumhuriyet… Türk milleti çöken bir imparatorluğun enkazı üzerinde kurduğu Türkiye devletinin yönetim şeklini iç dünyasında tayin etmişti. Zira bu millet, başına buyruk ve hesap vermeyen bir idare anlayışını kabul edemezdi. Eline gelen fırsatı tepemezdi. Çağdaş devletlerin gittiği yoldan gitmeliydiler. Atatürk Türk milletini ancak cumhuriyete layık görüyor ve bunu şöyle ifade ediyordu: “Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir.”
Eski yönetim şekilleri fertlerin düşüncelerini hesaba katmıyordu. Oysa ortak akılla hareket edilmeliydi. Yeni yüzyılın en ideal idare şekliydi cumhuriyet… Devletimizin kurucusu Atatürk, kuracağı devletin yönetim şeklini zihninde şekillendirmesine rağmen şartlar hazır olmadan düşüncesini kamuoyuyla paylaşmamıştı. Dengeleri gözetiyordu, biraz da kemikleşen anlayışların tepkisinden çekiniyordu, bir anlamda fırsat kolluyordu.
Cumhuriyet kelimesinin kökü “cumhur”dur. Bu, Arapça kökenli bir kelimedir. “Halk” anlamına gelir. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde cumhuriyet, ‘ulusun egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığı ile kullandığı devlet şeklidir.’ Nerden bakarsanız bakın cumhuriyet idaresi halka dayanıyor. Fakat halktan uzak cumhuriyetler de vardır. Eskiden onlarca devleti esir görüp ilkel bir anlayışla yöneten SSCB de bir cumhuriyetti. Önemli olan şekil değil, uygulamalarıyla hissedilen cumhuriyettir.
Cumhuriyet rejiminin ülkemize neler kazandırdığını ancak geçmişi bilenler anlayabilir. Bugünkü modern hayatımızı cumhuriyete borçluyuz. Son yıllarda adından sıkça söz ettiren ve satış rekorları kıran Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” adlı eserinde Cumhuriyet kurulduğu yıllarda, ülkenin genel manzarasını şöyle tasvir ediyor:
“13 milyon nüfus, ilkel bir tarım, sıfıra yakın sanayi, madenlerin büyük çoğunluğu, limanlar ve var olan demiryolları yabancı şirketlerin yönetiminde, 153 ortaokul ve lise, sadece bir üniversite var. Halkın sadece yüzde 7’si okur – yazar, bu oran kadınlarda yüzde 1 bile değil. Ortaokullarda 543, liselerde 270 kız öğrenci okuyor. Ekonomik bakımdan yarı sömürge… Kişi başına gelir 4 lira, kişi başına ortalama kamu harcaması 50 kuruş… Alt yapı her alanda yetersiz… Bilim hayatı ve düşüncesi yok denilecek düzeyde. Anadolu; araştırmayan, nakilci medreselerin elinde… Yasalar çağın gereklerinin gerisinde. Kadınların ilke olarak toplumsal hayatları ve hiçbir hakları yok. Kadınların da bir gün erkekler gibi, doktor, mühendis, avukat, belediye başkanı, milletvekili, bakan olabileceklerini hayal etmek bile zor. Ne seçme hakkı bulunuyor, ne seçilme. Kısacası, vatandaş sayılmıyorlar. Ülke neredeyse bütünüyle ve pek çok alanda ortaçağı yaşıyor (Turgut Özakman, 2005, s.682).”
İnsanların yönetime katılması, düşüncelerini açıklaması, seçtiği idarecilerce yönetilmesi bu asrın en büyük yeniliği ve nimetiydi. Bu nimetten bizler de faydalanmalıydık. Milletin kaderini şahısların insafına bırakmamalıydık. Sadece seçmekle kalmamalı, aynı zamanda seçilenleri denetlemeliydik. Cumhuriyet idare şekli eski yönetimlerle kıyaslanamazdı. Eski yönetimlerde şeffaflık yoktu. Atatürk, getirdiği Cumhuriyet yönetim şeklini açık seçik ifadelerle tanımlıyor, halkı cumhuriyete alıştırıyordu. Ona göre: “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet biçimi demektir. Demokrasi ilkesinin en modern, en mantıklı uygulamasını sağlayan hükümet biçimi cumhuriyettir!.. Cumhuriyet, yüksek ahlak değerlerine ve niteliklerine dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet erdemdir. Cumhuriyet yönetimi erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir.”
Bu ülkeye ve Cumhuriyet yönetim biçimine milletçe sahip çıkmalıyız. Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni daha da yükseltmek için fert olarak üzerimize ne düşüyorsa hakkıyla yerine getirmeliyiz. Cumhuriyet millet olarak ortak paydamız olmalıdır. Geçmişten hız alıp geleceğe emin adımlarla yürümeliyiz. Tarihimize sahip çıkmalıyız. Şu da unutulmamalıdır ki Türkiye Cumhuriyeti’ni övmek, şanlı Osmanlı’yı yermeyi gerektirmez.