Kültürel yozlaşma yerleşik bir kültürün yabancı unsurlarla özgünlüğünün bozulması ve karmaşık bir hâl almasıdır. Kültürün kendi içindeki uyumunu kaybetmesidir. Kültürün, bir anlamda, kendi kendine yabancılaşmasıdır. Tabir caizse bir çeşit “kültürel alzheimer” hâlidir. Bu, hızlı ve kontrolsüz değişimin getirdiği toplumu derinden etkileyen olumsuz bir durumdur. Kültür emperyalizmi, emperyalist ülkelerin kendi kültürlerini sömürdükleri ülkelere aktarma ve aşılama işidir. Bu; millî şahsiyeti tehdit eden, ülkelerin birlik ve beraberliğini zedeleyen büyük bir tehlikedir. Böylece millî ve manevî değerler yara alır, etkinliğini kaybeder. Milletleri aynı paydada bir ve beraber tutan millî ve manevî unsurlar çözülür. Neticede milletleri ayakta tutan değerler ve değerliler işgale ve istilâya açık hale gelir.
Kültür emperyalizmi, bir çeşit ruhların ve zihinlerin önce kirletilip sonra da işgal edilmesidir. Bu, aslında bir nevi kaos ve netice itibariyle manevî terördür. Kendini dünyanın jandarması veya efendisi sayanlar bunu yaparken sinemayı, edebiyatı, müziği, tiyatroyu, gazeteyi, sosyal medya aygıtlarını, modayı, radyoyu ve televizyonu kullanırlar.
Sanatta ve edebiyatta yozlaşma geleceğimizi tehdit ediyor.
Ülkemizde her şeyde olduğu gibi sanatta da görünür bir yozlaşma var. Sanatçıların çoğu öz benliklerini kaybetti. Dinî ve millî değerler görmezden gelindi. Günümüzde teknoloji alabildiğine geliştiği, işler düne nazaran iyice kolaylaştığı hâlde artık Süleymaniye ve Selimiye camilerini yapabilecek ruhta ve donanımda mimarlar yetişmiyor. “İstiklal Marşı”, “Sakarya Türküsü” ve “Sessiz Gemi” gibi söz abideleri vücuda getirecek şairler, “Huzur”, “Mai ve Siyah” ve “Yalnızız” gibi romanları yazacak romancılar yok toplumumuzda.
Küresel kirlilik ve yozlaşma, kültür-sanat sahasını da esaret altına aldı. Bizi biz yapan yerli düşünceler kültür ve sanat sahasından çekildi. Değerlerimiz kayıp gitti elimizden. Bunu dergicilik sahasında da görüyoruz. Günümüzde piyasa dergiden geçilmese de bizi biz yapan değer ve düşünceleri bayraklaştıran “Sebilürreşat, Büyük Doğu, Ağaç, Türk Kültürü, Çınaraltı, Kültür Haftası, Orhun, Diriliş, Mavera” gibi dergileri arasanız da bulamazsın.
Müziğimizin durumu içler acısı… Nerde arşı inleten o eski mehteranlar? Günümüzde sabah erken kalkan “Ben şarkıcıyım” diyor. Musikimizde İsmail Dede Efendiler, Buhurizâde Mustafa Itrîler yerine “Nane Nane” deyip her türlü naneyi yiyen, “Neremi Neremi” deyip şehvet avcılığına soyunan imalat hatası piyasa sanatçıları(!) var. Ne acıdır ki bunlar piyasadan ilgi ve itibar görüyorlar. Televizyonlarda boy gösteriyorlar. Bu işten karınlarını doyuruyorlar.
Zamanımızda siyaset de alabildiğine kirletildi. Artık şiir yazan, divanlar tertip eden ince ruhlu siyasetçiler yetişmiyor. Zamanımızda “Mûhibbî” mahlâsıyla koca bir divan dolusu şiir yazan “Kanûnî Sultan Süleyman” gibi, “Avnî” mahlâsıyla gazeller yazan “Fatih Sultan Mehmet” gibi, “Sultan III. Murad” gibi, “II. Beyazıt” gibi devlet yöneticileri yok.
İçimizi karartan, olumsuz bir tablo çizdiğimin farkındayım. Peki, bunca olumsuzluğun kaynağı nedir? Sanat niçin bizi bize anlatmaktan bu denli uzaklaştı? Bize ne oldu? Bence sanat bir imkân meselesinin ötesinde, bir ruh meselesidir. Demek ki çocuklarımızda ilk, orta, lise ve üniversite tahsilleri boyunca o sağlam ruhu inşa edemiyoruz. Dinî ve millî değerlerimizi içselleştiremiyoruz. Bu konuda hususî bir bakış açısı geliştiremiyoruz. Böyle ecnebi bir tezgâhtan yerli ve millî kumaş çıkmaz. Çıkmıyor da. Bütün mesele budur.
İsin yanına varan iş, misin yanına varan da mis kokar.
Geçmişten bugüne, bugünden yarına taşıdığımız genel kabuller, toplumları çoğunlukla bağlar. Kişi bu kabullerin ışığında hayatına yön verir. Fakat bunların da sorgulanması aklın gereğidir. Sorgu neticesinde ya çürükler ayıklanır ya da sağlamlık tescil edilmiş olur. Bu testten geçen fikriyat, rüzgârın önüne atılan yaprak misali başıboş sürüklenmez. Fırtınaya yakalansa da ayakta kalmasını bilir. Bu, dirayetin ve basiretin son basamağıdır.
Yozlaşmada, doğrusu, biraz da gönüllülük esastır. Kimse sizi kararlılıkla gittiğiniz yoldan döndüremez, yozlaştıramaz. Siz önünüze gelen her şeyi (her zehri) iştahla midenize (zihninize) indirirseniz yanınızda her zaman panzehir taşımak mecburiyetinde kalırsınız. Düşünce ve hissiyat zehirlenmesi gıda zehirlenmesine de benzemez. Çünkü gıda zehirlenmesi midenin yıkanmasıyla bertaraf edilebilir. Fakat modern tıpta henüz belleği yıkayan ve durulayan bir alet icat edilmedi. Onun için aklınızı başınıza devşirin ve belleğinizi çöplüğe çevirmek isteyenlere müsaade etmeyin. Kadim düşüncelerinizi boşa harcamayın.