Köylerin sözde imkânlara kavuşmak için aktığı yerleşim yerleridir şehirler… Bazıları şehirle kenti eş anlamlı kelimeler olarak görse de aslında öyle değillerdir. Zira şehirler doğal olarak kurulduğu halde kentler sonradan inşa edilirler. Onun içindir ki şehirlerin bir ruhu vardır; kentler ise o ruhtan mahrumdur çok yerde… Şehirle kent arasındaki farkı idrak eden ender kişilerden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Şehir inşa eder, kent ise imha…” sözü manidardır. Gerçekten de öyle değil midir? Hele şehirlerle kentlere bir bakıp da kıyaslayın…
Ruhların dışa yansıyan somut yüzünün bir parçasıdır şehirler… Şehirlere anlam katan ve onları hafızalara kazıyan, içlerinde yaşayan onurlu insanlardır. Anadolu’nun gülen yüzü olan Yozgat şehri de yetiştirdiği değerleriyle bir asalet burcudur gönlün muhkem surlarında…
Güneş doğar Anadolu’nun tam ortasında bulunan alnı ak, başı dik Yozgat şehrine… Güne hasret kardelen çiçekleri uyanır derin uykusundan. Buram buram toprak kokar her yağmur sonrası… Bayırlardan inen hoyrat rüzgârlar tarar Yozgat’ın sırma saçlarını…
Dağların arasında kalp atışları duyulur şirin Yozgat’ın… Anadolu’nun asil ruhunu taşır damarlarında. Yiğitler yatağıdır bu topraklar; burada harman olur erler ve erenler… Şairdir İpek Yolu’nda bağdaş kurmuş bu güzel şehrin sevgi ve hoşgörü iksiriyle sözü bal eyleyen insanları… Her dört kişiden beşi şairdir bu kadim kentte!… Son sözü bu şehrin söz ustaları söyler. Göklerde yankılanan sözün kanatlarının biri sevgi, öbürü hoşgörüdür.
Çamlık’tan bakınca gülümser Yozgat’ın gül yüzü… Reçine ve çam kokuları dağılır masmavi göklere. Kentin akciğerleri huzur solur minarelerden günde beş vakit… Ulucami’den yayılan uhrevî hissiyat, bayram yerine çevirir tarumar olmuş viran gönülleri. Cami dolup taştıkça ihya olur Çapanoğlu Mustafa Bey’in aziz ruhu… Müminlerin seherde duaya kalkmış nasırlı avuçlarına rahmet yıldızları dökülür merhamet göklerinden…
Yozgat’ın Saat Kulesi’nde sonsuza akar zaman… Tevfikzade Ahmet Bey’in ruhu sığınır kesme taşlara…Geçip giden zaman bir yanımızı da alıp götürür uzaklara. Küllerinden doğar Yozgat’ın hırpalanmış ruhu… Yozgatlı Hüznî’nin sesi duyulur şiir sandığından…
Yozgat da modern zamanların paslı hançeriyle yaralanır şah damarından. Kentin kanserli dokuları gittikçe sarar tarih kokan cadde ve sokakları. Kontrolsüz ve plansız büyüme, şehrin tarihî dokusunu yaralar derinden. Gittikçe şehri esir alır kanserli dokular… Paraya iştahı kabaranlar görmez şehrin acı gerçeğini ve geleceğini… Acıyı şerbet niyetine içirirler şehrin sakinlerine. Kan kussa da onurlu insanlar, kızılcık şerbeti içtiklerini söylerler.
Bozok Yaylası’nda meleşir koyun kuzular… Yiğitlerin meskenidir bu diyarlar… Sütler kaymak tutar, tezekler kurur, hayat akar gider zamanın gergefinde… Tekecen, papatya, madımak, hardal çiçekleri süsler tabiat tablosunu… Yaylalara hayat bahşeder laleler… Buz gibi akar sular çeşmelerden. Akasyalar bir gelin gibi süsler viran dağları. Yerköy’de dört mevsim aynı anda yaşanır. Sorgun’u tarif etmede aciz kalır kelimeler…Kazankaya Kanyonu’nda sular kayalarla söyleşir. Lalelerin en hası yetişir Gelin Kayası’nda…
Ferhat, Şirin’ini arar Çamlık’ta… Dağları bir kağıt gibi görür sevda gözüyle… Aşk, olmazları oldurur her zaman… Yozgat türkülerinde dile gelir Anadolu!… Akdağmadeni’nden duyulur Nida Tüfekçi’nin ölümsüz nağmeleri. Dilden bağlamanın teline dökülür türkülerin ruhumuzu okşayan notaları… “Dersini almış da ediyor ezber/Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler…” diye başlar yürekleri yangın yerine çeviren o ölümsüz türkü… Yozgat sürmelileri yüreklerden yüreklere hasret taşır. Sevgi bayraklaşır yürek gönderlerinde… Bazen notalar boğazlarda düğümlenir. Yozgat, sürmeli türkülerinden alır doyumsuz havasını ve büyüsünü…
Sorgun Kaplıcaları gençlik iksiri zerk eder yıpranan hayat damarlarımıza. Cavlak kaplıcaları doktorlara iş bırakmaz doğrusu. Sarıkaya Hitit Kemeri direnir zamana. Akdağlar, bakan gözleri doyurur yeşilin kırk tonuyla. Çeşka Kalesi’nde taşlar konuşur kendi dilince… Yer altı şehrinde sırlar aşikar olur zamanın perdesini aralayarak…. Sonsuza açılır taş kapılar…