Belli ki, günceli izleyemiyoruz artık. Birkaç gün önce Kütüphane haftasıydı.
1930’lar ve öncesi okuma-yazma bilenlerin parmakla gösterildiği yıllardı. Aradan 90 yıl geçti. Şimdi de okuma yazma biliyor ama okumuyoruz. Biraz abartılı olmasa, okuyan insanları parmakla göstereceğiz diyeceğim neredeyse.
İnsanlar için en büyük talihsizlik öğrenme ihtiyacını duymamaktır.
Rahmetli Mustafa Karaman’ın Gümüşhane Milletvekili ve Meclis İdare Amiri olduğu tarihlerde birlikte Meclise gitmiştik. Rahmetli Karaman bana, “Nereleri görmek istersin?” diye sordu. Ben de; “Meclisin Kütüphanesini görmek isterim” dedim. Kütüphaneye gittik. Birkaç milletvekili vardı. İşçi Partisi Milletvekili Mehmet Ali Aybar’ı tanıdım. Diğerlerini tanımadım. Karaman, Aybar için sürekli okur, araştırma yapar” dedi.
Meclis kütüphanesinin, ülkemizin en büyük kütüphanelerden biri olduğunu öğrendim.
1955’lerden bu yana sürekli gazete okurum. O tarihlerde gazete okuyanların sayısı ile, şimdi gazete okuyanların sayısı arasında, nüfus bir kat daha artmış olmasına karşın fazla bir fark yok.
Rahmetli İbrahim Aykaç Kütüphane Müdürü iken daha sık uğrardım kütüphaneye. ‘Öğrencilerin dışında kütüphaneye gelen yaşlıların sayısı bir elin parmaklarını geçmez’ diyordu. Şimdilerde de öğle mi, onu da bilemiyorum.
Eğitim için lise yeterli. Üniversiteler, belirli alanlarda eğimi-öğretim görmedir. Üniversitenin bir bölümünden mezun olduğunuzu düşünün. Aradan 20 yıl, 30 yıl geçmiş. Elinize bir kitap, bir dergi, bir gazete alıp okumamışsınız. Bilimsel toplantılara, seminerlere katılmamışsınız. Sürekli okuyan insanlarla tartışmamışsınız. Bırakın genel kültürü bir yana, okuduğunuz alanlarda bile aklınızda bir şey kalmaz.
Ne olur sonunda?
Ha okumuşsunuz, ha okumamışsınız olur, başka ne olacak.
Oysa insan ot gibi olmamalı. Uygar bir toplumda benim de bir yerim olsun diyebilmeli. Bildiklerimden başkalarına ışık tutmak istemeli.
Kütüphane haftası ilimizde nasıl geçti, ülkemizde nasıl geçti?
Sanırım sonuç parlak değildir.