İnsan olmanın da, toplum olmanın da, devlet olmanın da en önemli vasfı, herkesi kucaklamak ve kazancın oranında harcamak, gerekli olan budur.
Yerel seçimler oldu-bitti. Kimileri kazandı, kimileri kaybetti. Bu durumun yadırganacak bir yanı yok. Ne kazananlar övünmeli, ne de kaybedenler yerinmeli.
Siyaset, uzun soluklu bir iştir. Gün gelir öne çıkar, gün gelir geriye düşersiniz.
İktidarı, boş tencere götürdü diyenler var. Gerçekten, geçinebilme sıkıntısı içine düşürülen emeklilerin götürdüğünü söyleyenler var. Daha başka nedenleri de var, ayakta duramamanın. Ama değiştirilemeyecek bir başka gerçek var, o da; ektiğinizi biçmektir. Hatalardan ders almasını bilmek, aynı hataya bir kez daha düşmenizi engelleyebilir.
Ülkemiz, olanakları sınırlı bir ülke değildir. Bugün ekonomik yönden sıkıntıya düşmüşsek, bunun sorumluluğunu şunda, bunda aramak yerine, nerelerde yanlış yaptığımıza bakmalıdır.
“Hazıra dağlar dayanmaz” diye bir deyimimiz vardır. Hazırın üstüne bir şeyler eklemezsek, hep hazırı tüketmeye bakarsak, o hazır bir gün biter. Biz öyle yaptık. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana biriktirdiğimiz kaynakları tükettik. O kaynaklar, sürekli yumurtlayan tavuktu. Tavuğu keserseniz, yumurtadan olursunuz. Bunun başka bir açıklaması var mı?
Sıfırdan çok büyük servet edinen bir tanıdığımız vardı. Kelkit’ten çıkarak İzmir’e gitmişti. İşe, küçük tamir işleriyle başladı. Kuma, çakıla çok para ödediğini görünce, kum-çakıl ocağı aştı. Demir, çimento çok yekûn tutuyordu, demir çimento mağazası açtı. Nakliye belini büküyordu, borç-harç kamyonlar aldı. Birkaç senede büyüdü.
Büyüdüğü zaman da işyerine gittim, sade bir oda, çok lüks olmayan bir çalışma masası, yine sıradan mobilyalar.
Kazandığından çok harcayan başka hemşerilerimi de gördüm. Birden çok sekreter, çaycı, kapıcı, şuraya-buraya git-gelci.
İlk anlattığım hemşerim ölene dek büyüklüğünü korudu. Diğerleri sıfırladı, piyasadan çıktı.
Devlet yönetimi de böyledir.
Bugünkü ekonomik durumumuz, ikinci örnekte olduğumuzu gösteriyor. Verdiğim iki örnek, sonucu belirlemiyor mu?