Oğuz Han, insanlara yaklaşmayan bir kızı yanına çağırarak sorar: “Niçin dağ başlarında yalnız yaşarsın, neden evlenmezsin?”
Kız yanıt verir:
“Evvelce benim de bir sevdiğim vardı. Ama bir küçük sözden incinip kendisini terk ettim. Sevgilim, bir çobandı. Tekrar onun gibi bir eş bulamayacağımı bildiğim için böyle yalnız gezerim.”
Oğuz Han, boşuna ısrar ettiğini düşündüğü kıza:
“İlla da isteyenlerinden birine var.” Der.
Oğuz Hanın konumu ve içinde bulunduğu koşullar, kızın gönlündekini sezinlemesine engeldir.
Siz, o kızın karşısına, dünyanın en yakışıklı, yağız bir delikanlısını da çıkarsanız, o yine genç çobanını isteyecektir. Ona gönül vermiş bir kez çünkü Gönül ferman dinlemez.
İnsan, günlük kaygıların dışına çıkınca, içindeki boşluğu daha iyi anlıyor. İnsanların isteklerinin de, kaygılarının da sonu gelmiyor. Evrende ne varsa insana yönelik, hepsine kav kavuşmak istiyor. Kimi kez yalnızlıktan, kimi kez kalabalıklardan yakınıyor. Sıcaklardan bunaldığı, soğuklardan üşüdüğü oluyor. Oysa ki, insanın aradığı soğuk-sıcak, kalabalıklar, yalnızlıklar değil. İçindeki boşluktur onu daraltan .
Ya nedir?
Kaybettiği sevgi ya da sevgilidir.
O sevgiyi ve sevgiliyi bulunca, mutluluk yaşam boyu sürecek mi?
Sürmeyecek. Karşısına başka sorunlar çıkacak insanın.
“Aradığını bulamazsa, bulduğunla yetin” diyor dini kitaplar. İnsanlar, bulduklarıyla yetinmek niyetinde değil. O nedenle kaygılar birbirini kovalıyor. Kavuşmak istediği sevgiliyi kaybedince, dünyada onun bir daha eşinin, benzerinin bulunmayacağını sanıyor.
Mutsuzluğun kaynağı, bulamadığını sandığı, bilemediği tutkular.