Denizleri dolduruyorlar. Bir de, dolgu malzemesi üzerine yol yapıyorlar, bina yapıyorlar. Doğanın ömrü, insanların ömrü gibi sınırlı değildir, sonsuzdur. O nedenle ne zaman ve nasıl öç alacağını bilemezsiniz. Belki ülkemizde, belki başka bir ülkede deniz kabarır, dalgalar dağ gibi yükselir, duyarsınız, görürsünüz, ya da okursunuz ki, doldurulan deniz, yolları, binaları kendisine katmış.
Yolları genişletmek için büyük kaya parçalarını kırarsınız, yolu genişletirsiniz ya da genişlettiğini sanırsınız. Günün birinde bakarsınız ki, dağın bir bölümü kaymış, ortada ne yol kalmış ne de yoldan iz.
Ormanları yok ederek altından maden çıkarırsınız. Orman yalnızca yeşil bitki örtüsü, yalnızca gerektiği zaman kesilip kullanılacak kereste değildir. Orman doğal güzelliklerin ve görüntülerin ötesinde iklimi düzenler. Selleri önler. Altlarının yeşil kalmasını sağlar. Karıncalardan, yer altında yaşayan canlılardan tutun da, yer üstünde ormanlar sayesinde korunan, yaşam alanı bulan; çok değerli bir varlıktır orman. Bu nedenle çağ açıp, çağ kapatan İstanbul Fatihi F. Sultan Mehmet; “Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” demişti.
Biz ne yapıyoruz şimdi?
Birileri (Yerli-yabancı) para kazansın diye, ormanları peşkeş çekiyoruz.
Sonra ne olacak?
Ormansız ülke ne olursa öğle olacak. Yani çölleşecek. Artık hiç bir şey ekip biçemeyecek, hiçbir şey üretemeyeceksiniz.
Yerel gazetelerimizde bir haber: İkisu -Tersun arasındaki vadilerde, birkaç köyün, meralarından, derelerinden, temiz hava ve berrak sularından yararlandıkları alanları taç ocaklarına açacaklarmış.
Herkes, ucuz para kazanmak peşinde. Başkalarının yaşamlarını alt üst edecekmiş umurlarında değil. Bunu devlet eliyle yaparlarsa çok daha can sıkacak bir durum. Birilerine taş gerekli ise, tarım arazisi olmayan, hiçbir işe yaramayan kayalıklar var. Gitsin oralardan taş çıkarsınlar.
Taç ocaklarından zarar görecek olan köyler halkı şimdiden ayağa kalkmış. Umarız sonuç alabilirler.
Sonuç alamazlarsa, eninde-sonunda doğa öcünü alır. Biz onu bilir, onu söyleriz.