Devleti idare edenler, içimizden çıkan insanlardır. Biz nasılsak onlar da bizim gibidir. Zira onlar da bizim gibi bu toplumda yetişti. Onlardaki kusurlar, bizim kusurlarımıza çok benzer. İdareciler ailelerinden, okuldan ve toplumdan öğrendikleriyle şahsiyetlerini şekillendirmişlerdir. Onların karakterindeki güzellikler de, çirkinlikler de bu toplumu meydana getiren fertlerin birikimlerinin yansımalarıdır. Onlar aynadan yansıyan suretlerdir.
Unutulmamalıdır ki toplum ve onu meydana getiren fertler iyi olursa idareciler de iyi olur. Yönetim kademelerindeki kötüler, iyilerden daha fazlaysa bu durum o toplumun çürümüşlüğünü de gösterir. Demek ki o toplumda kötü davranışlar zaman içinde görmezlikten gelinmiş, bu vurdumduymaz tavır ve davranışlar zamanla yönetim mekanizmasına sirayet etmiştir. Bu durumda öncelikle kendimizi suçlamamız, düzeltmeye de kendimizden başlamamız gerekir. Zira herkes evinin kapısını süpürürse sokaklar tertemiz olmaz mı?
Adalet, dünyayı ayakta tutan devasa bir fil ayağıdır. O ayak ne kadar güçlü olursa ve yere sağlam basarsa dünya ve içindekilerin bugünü ve yarını o derece emin olur. Mülkün temeli olan adalet, zulüm kılıcına karşı sağlam bir kalkandır. Adil olmayan dünya ruhsuzdur.
Maazallah bir gün sanık sandalyesine oturduğumuzda hukuk ve onun en tatlı meyvesi olan adalet hepimize lâzım olacaktır. O konuma düşmeden adil olmayı öğrenmeliyiz.
Altı asır boyunca üç kıtaya hükmeden ve “devlet-i ebed müddet” olarak telâkki edilen Osmanlı Devleti’ni ayakta tutan en önemli amil her şartta adalete sadık kalışıydı. Bu köklü devletin çöküşünün yegâne sebebi de peyderpey adaletten uzaklaşması olmuştur. Demek ki adalet, devletin temel direğidir. Bu direk zayıflayınca üzerindekiler de çökmeye mahkumdur.
Önce ahlâk, maneviyat yahut “yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana”
İnançlarımız ve kıymet hükümlerimiz bizi biz yapan ve bizi diğerlerinden ayıran hayatî unsurlardır. Onlar bizim adeta kimlik ve kişiliğimizdir. Dinî inançlarımız ve değerlerimiz bize dünyada nasıl hareket etmemiz gerektiğini gösterir. Bunların özü de Allah kelâmı olan ve son ilâhî kitap olarak tescil edilen Kur’an-ı Kerim’e dayanır. Ona yaklaştıkça insanlaşır, ondan uzaklaştıkça da insanlıktan çıkıp adeta canavarlaşırız. Bu noktada “takva” kavramı çıkar karşımıza. Takvayı özetle “günahlardan kaçınma” olarak ifade edebiliriz. Kalp bir gül bahçesi ise takva o bahçenin hoş kokulu iri gülüdür. Takvanın olmadığı kalpler gül yetişmeyen verimsiz ve tarumar bir bahçe gibidir. Onların boş araziden bir farkı yoktur.
Kapitalist dünya görüşü, getirdiği dayatmalarla insanlarımızı özgürleştirme kisvesi altında kelimenin tam anlamıyla esir almıştır. Başta zihinler olmak üzere, bizleri topyekûn sömürgeleştirmiştir. Her şeyi alınıp satılabilen meta haline dönüştürmüştür.
Maddeyi (parayı) hayatın öznesi kılan kapitalistler, ahlâksızlığa giden yolu sahte, plastik güllerle süslemişlerdir. Allah’ın cennetini ve cehennemini unutturma, dünyayı cennet gösterme telâşına düşmüşlerdir. Bu sayede hakikatleri perdeleyip köşeyi dönmüşlerdir.
Kapitalizm sadece paraya hükmetmiyor. Aksine kapitalizm, benliğimizi ve bilincimizi de esir alıyor. Dünyaya bakış tarzımızı, düşünce dünyamızı ve ahlâkî hükümlerimizi de hoyratça belirliyor. Kapitalizm, ahlâkı piyasa ahlâkına dönüştürerek itibarsızlaştırıyor.
İnsanın uyması gereken kural ve kaideler kapitalizmin sahte öğretileri değil Kur’an’ın her çağa hükmeden o/nurlu hakikatleridir. Yüce Rabbimiz nelere uymamız, nelerden kaçınmamız gerektiği ile ilgili olarak yüce kitabında ayetler indirmiştir. İşte bunlardan birisi de şudur: “Ey Âdem oğulları! Size hem edep yerlerinizi örtecek bir elbise, hem de giyinip süsleneceğiniz bir elbise indirdik. Takvâ elbisesine gelince, en güzel ve en hayırlı elbise işte odur. Bunlar, insanlar düşünüp öğüt alsınlar diye Allah’ın indirdiği âyetlerdendir.”(A’râf 26)
Rabbimiz yüce kitabında biz kullarına “…Şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır…” (Bakara 197) diyor. Fakat bazıları bu ayete (haşa) hükmü geçmiş muamelesi yapıyor. Oysa Kur’an tüm zamanların hükümlerini içinde toplayan evrensel ve bütün zamanları kuşatıcı bir kitaptır. Hiç kimse saçmalıklarını çağın ve modernizmin gereği olarak bizlere sunamaz.