“Deizm” aslında hiç de yeni bir kavram değildir.
Başta gençler olmak üzere, son yıllarda dünyada ve Türkiye’de birçok insanın deizme kaydığı dilden dile dolaşmaktadır. Bu konuyla ilgili haberler gazetelerde, televizyonlarda ve özellikle sosyal medyada kendine yer bulmaktadır. İddia edilen bu eğilimin ne derece doğru olduğu tartış(ıl)malıdır. Deizmin toplum ve gençlik nezdinde dikkate değer bir karşılığının olup olmadığı daha geniş saha araştırmalarıyla, anketlerle ve somut verilerle belirlenmelidir.
Sözüm ona bu çağda ortaya çıkmış modern bir kavram olarak gösterilmeye çalışılan “deizm” aslında hiç de yeni bir kavram değildir. Deizmin tarihî kökenleri 17. yüzyıllara kadar iner. Zira “deizm” kavramı ilk olarak 17. yüzyılda İngiltere’de kullanılmaya başlanmıştır.
Gençlerin aklını çeldiren, zihnini bulandıran deizmin anlamı “Yaradancılık”, “Tanrıcılık” olarak dile getirilmektedir. Bu kelime Latince “İlâh” anlamındaki “Deus” dan türetilmiştir. Genel bir çerçeveden bakınca görülen odur ki deizm aslında bir inanç siteminden çok, felsefî bir düşünme tarzıdır. Bugün dünyada tek tip bir deizmden bahsedilemez.
Batıl düşüncelerinin bir dünya dini olmasını amaçlayan deistler bir tanrının varlığını kabul etseler de dinlerin varlığına hiçbir şekilde inanmazlar. Onlara göre tanrı tabiatın düzenine, insanın neler yaşayacağına (kaderine) ve fiillerine hiçbir şekilde karışmaz.
Dinî kural ve kaideleri kökünden reddeden deistler dinî bilgiye dolaysız bir biçimde, sadece akıl yoluyla ulaşılabileceğini esas alırlar. Naslara inanmazlar. Deistlere göre tanrı, kâinatı yarattıktan ve tabiat kanunlarını koyduktan sonra hiçbirine müdahale etmemiştir. Devam eden süreçte yaratıcıya bir eylemsizlik ve pasiflik rolü verilmiştir. Oysa şayet bir Tanrı varsa (ki var), onun insanla ve evrenle irtibat kurmaması anlaşılır gibi değildir.
Deizmle “teizm” bazen birbirleriyle karıştırılsa da aslında hayata ve varlığa bakış açıları çok farklıdır. Teizmde, kâinatın ve insanların işleyişine bilfiil müdahale eden bir yaratıcının varlığı söz konusudur. Bu anlayışı savunanlar vahiy, kitap, peygamber ve dini kabul ederler. Onlara göre tanrı dünyayla ve insanlarla sürekli ilişki (iletişim) içindedir. Onlar tanrı veya tanrıların dünya üzerindeki sürekli egemenliğine inanırlar. Deistler ise kerametlere, mucizelere, dinî dogmalara, vahiylere, demagojilere, peygamberlere, kutsal kitaplara, meleklere, cinlere, şeytana, sevaplara, günahlara, duaya, cennete, cehenneme, ahirete, kaza ve kadere inanmazlar. Onlar için bu sayılanlar akla ve sağduyuya aykırıdır.
Bütün deistler aynı düşünmezler.
Bütün deistler aynı düşünmezler. Onların da kendi içinde farklı görüşte olan grupları vardır. Ölümden sonraki yaşama, reenkarnasyona inananlar olduğu gibi inanmayanlar da mevcuttur. Ruhun ölümsüzlüğü konusunda da bütün deistler aynı düşünceye sahip değillerdir. Ruhun ölümsüz olmadığı iddiasında olanlar da mevcuttur. Görüldüğü gibi bir kısım konularda aralarında anlayış farkları mevcuttur. Fakat tanrının eylemsizliğinde hemfikirdirler.
Son dönemlerde zihinleri, dolayısıyla da gündemi meşgul eden “deizm” gençlerimiz için büyük bir tuzaktır. Zira deistler tanrının varlığını kabul ediyorlar ama ilâhî mesajı (vahyi), peygamberi, din hükümlerini bir araya getiren kitabı ve melekleri inkâr ediyorlar. Var olan ama hiçbir şeye karışmayan bir tanrı modelini zihinlere yerleştiriyorlar. Onlara göre tanrı, insanı ve kâinatı yaratmış, sonra da onu kendi hâline bırakmıştır. Tabir caizse sonraki süreçte bir kenara çekilmiştir. Yani yarattığı insana ve evrene karışmayan bir tanrı tasavvuru…
Deizm, nereden bakarsanız bakın, tutarsız bir düşüncedir. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, Rahman Suresi’nin 29. ayetinde “Göklerde ve yerde bulunanların hepsi O’ndan ister (O’na muhtaçtır). O her an yaratma halindedir.” buyurmaktadır. Bu ilâhî sözler deizmin hiçbir dayanağının olamayacağını, uyduruk (tutarsız) bir bakış açısı olduğunu göstermektedir.
Rabbimiz yarattığı her ne varsa bunları belli bir gaye uğruna var etmiştir. O neyi niçin yarattığının bilincindedir. Allah’ın sıfatlarını hepimiz biliriz. Allah her ne varsa görür, her ne varsa bilir, onun gücünün yetmediği hiçbir şey yoktur. Bir şeyin olması için “ol” demesi yeterlidir. Rabbimiz kullarını korur, rızıklandırır. Rabbimiz melekleri vasıtasıyla kullarının eylemlerini manevî bir aygıtla ( bir nevi kamerayla) kaydetmektedir. O, vakti gelince kullarını hesaba çekecektir. İyileri cennette ağırlayacak, kötüleri cehennemde cezalandıracaktır.