Ülkemizde her yıl, dünyada olduğu gibi 8 Mart’ta Dünya Kadınlar Günü kutlanıyor. Bazı kesimler bu anlamlı günü, kadınların gövde gösterisi hâline dönüştürmeye çalışıyor. 8 Mart’ı kadınların erkeklerle mücadele günü hâline dönüştürmek isteyenler her iki kesime de zarar verdiklerinin farkında mıdırlar? Erkeksiz bir kadın eksik olduğu gibi, kadınsız bir erkek de aynı ölçüde eksiktir. Gaye üzüm yemek değil de bağcıyı dövmekse bu, kimseye bir şey kazandırmadığı gibi, meselelerin çözümü hususunda topluma zaman kaybettirir.
Tarihimizde 93 Harbi olarak anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Erzurum’daki Aziziye Tabyası’nın savunulmasında kahramanca savaşan, mermileri sırtlayan Nene Hatun, Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kadın avukat Süreyya Ağaoğlu, Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kadın tiyatro sanatçısı Afife Jale, Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kadın heykeltıraş Sabiha Bengütaş, Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kadın doktor Safiye Ali, dünyanın ilk bayan savaş pilotu Sabiha Gökçen, fırsat tanındığında kadınların neler yapabileceğini, nelere kadir olduklarını gösteren sembol isimlerdir. Bu şahsiyetler milletin gönlünde yaşamaktadır. ‘Feminizm’ adı altında kadın erkek düşmanlığını körükleyenlerin bu öncü kadınları örnek alarak kadın konusuna yapıcı bir tutumla yaklaşmaları herkesin yararınadır.
- yüzyılda Türkiye’de hâlâ ‘kadının adı yok’ diyenler hatayı biraz da kendilerinde aramalıdır. Türkiye’de kendilerini yetiştiren, eğitim alan kadınlar her yerde erkeklerle boy ölçüşebiliyorlar. Kadınların üst kademelerde görev almasını engelleyen kanun mu var? Aksine ülkemizde bazı alanlarda kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık bile yapılıyor.
Günümüzde ülkemizdeki kadınlar pek çok kilit noktada görev yapıyor; işlerinde çok da başarılı oluyorlar. Fakat bu demek değildir ki kadın toplumda istenilen düzeyde temsil ediliyor. Bu konuda yine de ciddi meselelerimiz vardır. Bunları da elbirliğiyle, gürültü patırdı çıkarmadan halledebiliriz. Her işte olduğu gibi bu konuda da samimiyet esastır.
Filistinli kadının her günü acı ve keder içerisinde geçer.
Kadınlar sıkıntıların merkezinde bulunuyor. Hayatî tehlikeler ve savaşlar bakımından dünyanın en sıcak bölgelerinden biri olan Filistin’de ölümle yaşam arasında sıkışıp kalan kadınların yaşadıklarını duyunca insanın merhamet duyguları gözyaşlarına karışarak akıyor. İsrail işgali altındaki Filistin topraklarında kadınlar kocalarının yanı başında kurtuluş mücadelesi veriyorlar. Bu kutsal davada eşlerini hiçbir zaman yalnız bırakmıyorlar. Bu kahraman kadınlar şahadet mertebesine erişmek için kendilerini silahların önüne atabiliyorlar.
Filistin’de erkek nüfus hızla azalıyor. İsrailliler, Müslüman erkeklerin kökünü kurutmak için planlı bir çaba içerisindeler. Filistinlilerin ailelerindeki erkeklerin çoğu ya şehit olmuş, ya da gazi… Bu ailelerde yük kadınların omzuna yüklenmiş durumdadır. Kocasını savaşta yitiren kadınlar, çocuklarını sahiplenip yaşama mücadelesi veriyorlar. Yemiyorlar; çocuklarına yediriyorlar, içmiyorlar onları içiriyorlar, giymiyorlar yavrularını giydiriyorlar. Evlâdına kol kanat germe duygusu yüksek olan analar, Filistin’de vatanları ve çocukları için yaşıyorlar. İşgalcilerin ölüm yağdırdığı bu topraklarda kadın olmak çok ama çok zor…
Filistinli kadınlar vatanları için ölmeyi ve hapse girmeyi göze alabilen sıra dışı insanlardır. Yaşadıkları zorlu hayat onları dirençli kılmıştır. Günümüzde İsrail zindanlarında kurtuluşu bekleyen mücadeleci Filistinli kadınlar vardır. Buradaki kadınlar açlığa ve susuzluğa mahkûm ediliyor. Bilerek zorlaştırılmış, gayri insanî şartlarda yaşamaya mecbur bırakılıyorlar. Zindanlarda hasta düşen kadınların tedavilerine müsaade edilmiyor. Bu kör olası hapishanelerde doğuran kadınlar bile var. Yeni doğan çocuklar anneleriyle beraber mahkûm hayatı yaşamaya zorlanıyorlar. Böylelikle Filistinli bebekler gözlerini hayata açar açmaz hapishaneyi tanıyorlar. Sorarım size: Ne günahı var bu kadınların, ne günahı var bu bebeklerin? Cevabını da vereyim isterseniz: Bu kadınların günahı; ülkelerinin işgaline direnmeleri, bebelerin günahı da haysiyetiyle yaşama mücadelesi veren, özgürlük isteyen annelerin çocukları olmaları… Gerçek bundan ibarettir, öbürler yalan yanlıştan ibaret… Saldırganlıkta sınır tanımayan, insaf fakiri siyonistlerden başka ne bekliyordunuz?
Filistinli kadının her günü acı ve keder içerisinde geçer. Çünkü ya eşini ya çocuğunu bu topraklar için şehit vermiştir. Eşi ya da çocuğu İsrail zindanlarında ömür çürütmektedir. Şanslı olanların çocukları ve eşleri sağ olsa da onlar da ya bir baskında ya da adi bir saldırıda şehit olmaya namzettir. Onun için Filistinli kadının geceleri gözüne uyku girmez. Hayat arkadaşını ve çocuğunu uyurken doya doya seyreder. Çünkü yarının neler getireceği, neler götüreceği hiç belli değildir. Bu topraklar acı gelecekleri bağrında uyutmaktadır.
Filistinli kadınlar teslimiyetin veya mücadelenin kaçınılmaz olduğu bir hayata doğuyorlar. Onlar onurlarını ve vatanlarını baş tacı ettikleri için teslimiyeti değil, mücadeleyi tercih ediyorlar. Bunun bedelini de çilelerle ödüyorlar. Filistinli kadınlar silahların gölgesinde yaşamaya mecburlar. Filistin’de kadınlar ateşten gömlek giyiyorlar üzerlerine. O gömlek onları yakıyor ama onu çıkarıp da atamıyorlar. Dünyanın sözde kadın teşkilatları Filistinli kadınların bu dramını görmüyorlar mı acaba? Yoksa Filistin’de yaşayan hemcinslerini kadından ve insandan saymıyorlar mı? Asıl mağdur, asıl ezilen Filistinli kadınlar olduğuna göre niçin bu eziyetleri, acıları, trajedileri görmezlikten geliyorlar? Avrupa’daki kadının korunmaya ihtiyacı yok. Asıl korunması gereken Filistinli kadınlar. Fakat korunmuyorlar işte.