Kafkasya bölgesi tarihî süreçte değişik dönemlerden geçmiştir. 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin dağılmasıyla birlikte Kafkasya’daki ülkeler de bağımsızlıklarına kavuşmuştur. Bu, söz konusu ülkelerdeki sosyal, siyasî ve ekonomik alanlarda köklü değişmeleri de beraberinde getirmiştir. Fakat bu ülkeler bağımsızlıklarının ilk beş yılında bölgesel savaşlar, iç karışıklıklar ve politik meseleler yüzünden güçlerini kalkınmaya verememişlerdir. Ezberlerindeki o eski tutum ve alışkanlıklarını devam ettirmişlerdir. Bu da ekonomik zarar, enerji ve zaman kaybını beraberinde getirmiştir.
Yüz yaşını geride bırakan Türkiye, Kafkasya ülkeleriyle hem mesafe hem de gönül bağları yönünden yakınlık teşkil etmektedir. Asya ve Avrupa ülkelerini bir köprü misali birbirine bağlayan Türkiye’nin Kafkasya ülkeleriyle siyasî, kültürel ve ekonomik açılardan yakınlaşması, başta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerinin pek de haz almadığı bir durumdur.
Türkiye olarak eski Rusya Devlet Başkanı Gorbaçov’un Glasnost ve Perestroyka politikaları neticesinde eski SSCB sonrasında başta Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan olmak üzere, üç Güney Kafkasya ülkesiyle iyi ilişkiler kurma gayreti içerisinde olmamıza rağmen bu üçlüden biri olan Ermenistan’la ilişkilerimiz, başta soykırım iddiaları olmak üzere, tarihî kırılmalar nedeniyle, Batı’nın ve ABD’nin kışkırtmalarıyla sürekli sekteye uğramıştır.
Türkiye, onlarca milleti tek bir çatı altında tutmaya çalışan hantal SSCB’nin dağılmasıyla Güney Kafkasya ülkelerini tanımada ayrım gözetmemiş, uluslararası ilişkilerini artan bir hızda ve tempoda sürdürmüştür. Akraba topluluklarımızdan biri ve kan bağımız olması nedeniyle sadece Azerbaycan’a bu konularda daha bir öncelik tanınmıştır.
Bölgesinde her açıdan lider ülke konumunda bulunan Türkiye’nin, Kafkasya ülkelerinden başta Azerbaycan olmak üzere, sınır komşusu olan Gürcistan’la “kazan-kazan” doğrultusunda ekonomik, siyasî, sosyal ve kültürel ikili ilişkiler kurması Batı’yı rahatsız etmektedir. Bu durum Türkiye’nin doğru yolda olduğunun bir çeşit sağlamasıdır.
Çok zengin bir kültür mirasına sahip olan Türkiye ve Azerbaycan arasında çok güçlü tarihî ve kültürel bağlar mevcuttur. Dilleri ve dinleri aynı olan bu iki devlet arasındaki maddî ve manevî kültürel benzerlikler dikkat çekmektedir. Bu, bizleri bir millet yapan ortak kadim değerlerin, hiç kesilmeyen iletişim ve etkileşimimizin doğal bir sonucudur. Bunun teşkilinde genetik bağlarımızın ve tarihî süreçlerdeki benzerliklerimizin etkisi de inkâr edilemez.
Azerbaycan’la Türkiye’nin ortak kültürel değerlerine baktığımızda özellikle edebiyat ve sanat alanındaki benzerlikler dikkat çeker. Zira bu değerleri oluşturan ana malzeme (tabir caizse harcı oluşturan kum, çakıl, çimento) aynıdır. Farklı olan ise kişisel marifetlerle bu harcın nasıl şekillendirildiği meselesidir. Bu noktada enstrümantal müziklerimizin ve halk oyunlarımızın (halk danslarımızın) karakteristik benzerliği meraklıları için hayret verici düzeydedir. Buna mimarî, resim, heykel, mezar taşı, ahşap, süslemecilik, kabartma, dokumacılık, kalem işi, minyatür, kitap süsleme (cilt, tezhip, hattatlık), maden eserleri (kemer, gerdanlık, başlık, alınlık, serpuş vb.) gibi sanat dalları da pekâla eklenebilir.
Bir Güney Kafkasya ülkesi olan Azerbaycan’la Türkiye arasındaki kültürel ilişkilerin temeli kadim zamanlarda atılmıştır. “Bir millet, iki devlet” sloganının gereği olarak iki kardeş devlet arasında kültür, sanat, edebiyat, müzik ve diğer kültürel unsurlar pek çok noktalarda ortaklık teşkil etmektedir. Bu ortak ilişkiler her geçen gün genişleyerek devam etmektedir.
Dünden bugüne Kafkasya’da Osmanlı’nın hakimiyet mücadelesi
Millet olarak Kafkasya’yla olan ilişkilerimiz çok eskilere dayanmaktadır. Eskiler deyince tabii ki bir cihan devleti olan Osmanlı’yı kast ediyoruz. Zira 270 yıl süren Kafkas-Rus Savaşı sonrasında 1864 yılında Rusya’nın Kafkasya’yı işgal etmesiyle bir buçuk milyondan fazla Kafkasyalı, Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmak mecburiyetinde kalmıştır.
Akkoyunluların ortadan kalkmasından sonra Safeviler, Osmanlı Devleti’nin doğudaki yeni rakibi olmuştur. Azerbaycan merkezli olarak kurulan Safevi Devleti; Gürcistan’ın doğusuna, Şirvan ve Dağıstan’a hâkimdi. Üstelik Safevilerin Karadeniz’in doğu kıyılarına ve Anadolu’ya yayılmak emelleri vardı. Bu da bu iki devlet arasındaki çatışmaları kaçınılmaz kılıyordu. Transkafkasya’daki bu güç ve rekabet savaşı uzun yıllar artarak devam etmiştir. Bu çerçevede Kafkasya’da yüzyılın ilk Osmanlı-Safevi Savaşı 1603-1612 yılları arasında olmuştur. Bu iki hakim güç arasındaki Kafkasya mücadelesi uzun yıllar sürmüştür.