Çocuk olmak, çok kere oyuncakların dünyasında kaybolmaktır. Onlarla duygusal bağlar kurmak, onları hayatın bir parçası kabul etmektir. Evcilik oynamaktır çocukluk… Annelik, babalık rolüne soyunmaktır bazı zamanlarda. Hayatı bir oyundan ibaret görmektir masumca… Gece, yatağına yatınca her şeyi unutup bir ninninin veya bir masalın ellerine teslim etmektir kuş uykusunu. Meleklerle el ele verip dünyayla ilişkiyi kesmektir çocukluk… Fakat Gazze’de çocuk olmak oyuncaklardan mahrum kalmaktır. Onlar anneleri ölünce zaten annelik babalık rolünü kardeşleri için hayatın bir gereği ve gerçeği olarak bizzat yaşıyorlar.
Çocuk olmak, bir yaz yağmuru altında hiçbir şey olmamışçasına sırılsıklam ıslanmaktır. Uçurumların ardını görememektir çocukluk. Bir top için kendini yardan uçurmayı göze almaktır ne yazık ki!… Bulutları pamuk şekeri olarak görmektir büyüklere inat… Fakat Gazze’de çocuk olmak pembe rüyalar görmek değil, hayatın acı yüzüyle çok erken karşılaşmaktır. Her an düşebilecek katil bir bombanın hedefi olmaktır ne yazık ki!…
Çocuk olmak, hayallerin gerçeklere galebesidir. Umudun hiç sönmeyen meşalesini tutuşturarak karanlıkları ürkek bakışlarla aydınlatmaktır çocukluk… Kırık dökük düşleri toplamaktır cam kırıkları arasından… Konuşulması gereken yerde susmak, susulması gereken yerde de konuşmaktır bazen de… Sırrın sırrına vakıf olamadan onu paylaşmaktır çocukluk… Fakat Gazze’de çocuk olmak hayallerin çok uzağına düşmektir. Kurşundan daha ağır acı gerçeklerin altında ezilmektir. Onun içindir ki Gazzeli çocuklar an’ı yaşarlar. Onlar için yarın diye bir şey yoktur. Onların yarınları cennette misafir olacakları kutlu günlerdir.
Gazze’de çocuk olmak, anne ve baba şefkatinin çok uzağında, belki köhne bir barakada, belki de yıkılan bir evin molozları altında bomba ve silâh sesleriyle, ne getirip ne götüreceği belli olmayan müphem yeni bir güne uyanmak demektir. Batılı ve ABD’li çocuklar kuştüyü yataklarında anne ve babalarının şefkat öpücükleriyle uyandırılırken onlar kulakları sağır eden misket bombalarıyla meçhul sabahlara uyanmak mecburiyetinde kalmaktadır.
Gazze’de çocuk olmak, sıcak evlerinde yaşarken tavan ve kolonların bir gün başlarına çökebileceğini bilerek endişe içinde yaşamaktır. Annenin mütebessim çehresinden ve sımsıcak ellerinden mahrum nefes almak demektir. Nefes almak diyorum; çünkü onlar yaşadıklarının farkında bile değiller. Onların hayatıyla ölümü arasında ince bir çizgi vardır.
Gazze’de çocuk olmak, bir ömür boyu sahipsiz kalmak, belâlara duçar olmak demektir. Azrailliğe soyunan vahşi İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırımda binlerce çocuğun öldürülmesi, yetim bırakılması, yuvalarının başlarına yıkılması, dayanılmaz bir açlığa ve susuzluğa maruz bırakılması, (ne hazindir ki) tedaviye ulaşmasının bile engellemesi bunun en acı örneğidir.
Gazze’de çocuk olmak, UNİCEF veya ona benzer bir yığın sözde insan hakları derneklerinin bildirgelerinin edebiyatı altında tarihin gelmiş geçmiş en acımasız ve vahşi katliamında hedef olmak demektir. Üç maymunu (görmedim, duymadım, söylemedim) oynayan sömürgecilerin sahte merhamet kisvelerine maruz kalmaktır en çok da.
Gazze’de çocuk olmak, açlığa ve susuzluğa göğüs germek demektir. Dünyanın geçici nimetlerini elinin tersiyle itmektir. Fâni olana değil sonsuza (bâki olana) talip olmaktır. Nihayetinde sabırla ve cesaretle, mutlak olan Hakk’a ve hakikate teslim olmak demektir.
Gazze’de çocuk olmak; hastalıkları, dertleri ve acıları kanıksamak; acılarla terbiye edilmek demektir. Ölüm yağdıran bombaların etkisiyle kolları ve bacakları koptuğu hâlde bunun farkına bile varamamak, kan gölünde yüzmek, ölümlerden ölüm beğenmek demektir. Nihayetinde bir sayıdan ibaret olmak, öldüğünde de numaratörden bir eksilmek demektir.
Gazze’de çocuk olmak, canını hiçe sayarak o körpe hâliyle bile zulme karşı direnmektir. Ölümden asla korkmamak, hatta ölümsüzlüğe varmak için ölüme sığınmaktır. O/nursuzca yaşanılacak bir hayatı elinin tersiyle itip şahadete koşmaktır. Dünyanın pisliğinden çok uzakta, canını bedel sayarak ebedî olan cennet hayatına talip olmak demektir.