Çok şey bildiğinizi sanabilirsiniz. Ama bilmelisiniz ki, bildikleriniz, bilmeniz gerekenlerin yanında deryada bir damladır.
Yeni öğrendiğiniz, ya da eskiden beri bildiğiniz bir bilgiden başkalarının da yararlanmasını istiyorsanız, bu konuda çok acele etmenize gerek yoktur. Yeter ki, o bilgiyi anlatacağınız ortam oluşsun. Karşınızda gerçekten bilgi edinmeye, can kulağıyla dinlemeye istekli kişi ya da kişiler bulunsun.
Kaldı ki, her konu, her yerde, her zaman anlatılmaz. Zaman ve zemin kavramını bunun için kollamanız gerektiğini söylüyorum.
Kimileri, başkaları da öğrensin diye mi, bir şeyler bildiğini atarsın diye mi acele eder bu konuda, anlamam.
Konuşacak zamanı, zemini kollamanız gerektiğini de bunun için ortaya atıyorum.
Bildiğiniz konular çok ilginç de olsa, sözü, alıcıları usandıracak kadar uzatmamalısınız. Karşınızdakinin ya da karşınızdakilerin sıkılıp sıkılmadıklarını da kontrol etmelisiniz. Söz gereğinden çok uzarsa, ilgi dağılır.
Bir de, anlatacağınız konuyu karşınızdakilerin bilmediğinden emin olmalısınız. Öğretmek amacıyla anlattığınız konuyu karşınızdaki bildiğini yüzünüze vurursa, mahcup olursunuz.
Bazıları, bir kişiyi ya da birkaç kişi bulur bulmaz hemen konuya giriyor. Zamanı, zemini, aktarmak istediklerinin alıcısı olup olmadığını dikkate almadan, halkın deyimiyle, açıyor ağzını yumuyor gözünü.
Her yerde, her ortamda hemen nutka başlayanların, çoğu da dini öğüt vermekle başlarlar söze.
Böylelerine, kendisine Filozof unvanını münasip gören Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın bir şiiriyle yanıt vermek olasıdır:
“Bana sual sorma, cevap müşküldür
Her sırrı ben sana açamam hocam
Hakkın hazinesi darı değildir
Cami avlusuna saçamam hocam”
Bu konuda en doğru hareketin, sorulduğu zaman yanıtlanmasıdır. Hiç kimse, her bildiğini başkalarına aktarmak zorunda değildir. Yazının başlarında belirttiğimiz gibi, çok şey bildiklerini sananların, bilmesi gerekenlerin yanında bir hiç olduğunu hesaba katmalıdırlar.