1950’li yıllarda, orta dereceli okulların eserlerinin birinde; “Vatan Hasreti” konulu bir parça vardı.
Bir Türk vatandaşı, işlediği suçtan kurtulmak için yurt dışına kaçmış. Mısır Osmanlı İmparatorluğunun bir eyaleti iken, Mısır’a kadar gitmiş. Birçok sıkıntılardan sonra kendine, ayakkabı tamirciliği gibi bir iş edinmiş. Ancak, Mısırlıların dilini bilmediği için çok sıkıntı çekiyormuş. İşaretle zar-zor anlaşabiliyormuş ama hiç kimseyle konuşamıyor, dertleşemiyormuş.
Bir gün, bir evin önünde aldığı eski ayakkabıları tamir ederken, 6-7 yaşlarında bir çocuk gelmiş ayakkabı tamircisi Türk’ün yanına gelmiş ve onun çivileri ağzına koyarak, onları birer birer alarak ayakkabıya çakması dikkatini çekmiş. Çocuk bir ara, tamirciye, “Çiviler ağzına batmaz mı senin” diye sormuş. Türkçe sorduğu için, ayakkabı tamircisi; “Sen Türk müsün? Diye sormuş. Çocuk da Türk olduğunu, Mısır da halasının yanına geldiği söylemiş.
Tamirci, yıllardan sonra bir Türk’le karşılaştığı için sevinçten gözyaşlarına hâkim olamamış.
Nereden aklıma geldi bu konu?
Bir ayı aşkın bir süreden beri Gümüşhane’den uzakdayım. Karşılaştığım insanların büyük çoğunluğu Türkçe konuşuyor ama birbirimizi tanımadığımız için konuşmuyoruz. Konuşmadıktan sonra karşınızdakinin dilini bilmeniz-bilmemeniz pek de fark etmiyor.
Kendi vatanınızın sınırları içindesiniz ama kendinizi yalnız hissediyorsunuz.
Her insan; konuşmaya, dertleşmeye, sormaya, sorulara yanıt vermeğe gereksinim duyar. Kimi kez bir şeyler öğrenir konuştuklarından, kimi kez sizin anlattıklarınız karşınızdakini ilgisini çeker.
Hayat, dostlarla güzeldir. Büyük maddi olanaklara sahip olabilirsiniz, yatlarınız, katlarınız, arabalarınız olabilir ve konuşacak, dertleşecek birileriniz yoksa, varlık içinde yüzmeniz sizi mutlu etmez.
O nedenle, “İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşırlar” diye bir halk deyimi vardır.
Yabancı bir ilde, ne yürüdüğünüz caddeler, sokaklar tanıdıktır, ne karşılaştığınız insanlar. Bir yerde, bulunduğunuz ortamda aynı dili konuşmuş olmanız sizi rahatlatmaya yetmez.
Kendi ülkemin bir başka bölgesinden olmama karşın, bir şekilde gittiği Mısır’da, kendisiyle aynı dili (Türkçeyi) konuşan bir çocukla karşılaşan ayakkabı tamircisinin sevinçten gözyaşı dökmesi, çok da yadırgayıcı gelmedi bana. Hem de, bulunduğum ortamda aynı dili konuşanlarla bir arada olmama rağmen.