Bizler eskiden üzerine güneş doğmayan bir millettik? Sabahın erken saatlerinde yatağımızdan kalkar, Allah’ın huzurunda secdeye varır, günün ilk şükrünü eda ederdik. Sessizliğin içine dalar, manevi iklimlerde soluklanırdık. Hakikat yolunun sadık yolcusuyduk Hiç kimse bizi hak bildiğimiz yoldan çeviremezdi. Sırat-i müstakim üzere yürürdük hayat yolunda. Hayat ağacının leziz meyveleri eksik olmazdı. Göklere değen dallarımız manevi meyvelerini taşımakta zorlanırdı. Bereket eksik olmazdı soframızdan.
Bizler şerefli bir milletin evlatları olarak geleceğe taşıyamadık emsalsiz değerlerimizi. Şanlı Osmanlı’nın kurduğu düzen dünya hayatıyla ahiret hayatını dengede tutmayı esas alıyordu. Padişahından halkına kadar hemen herkes dünyayı bir geçit olarak görüyor, Hakk’a kul olmayı en büyük özgürlük olarak kabul ediyordu. İbadetler ruhların vazgeçilmez azığıydı. Uykuda geçirilen vakitler uyanık olunan vakitlere nazaran çok azdı. Sabah namazları üzerine titrenirdi. Kimse bu vakitte gaflet uykusunda olmazdı. Eskiden devlet idarecileri dini, hayata göre değil, hayatı dine göre tanzim ederlerdi. İnanç hususunda hassas davranılırdı. Bununla ilgili anlatılan yaşanmış bir hadise bu hassasiyeti tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Osmanlı döneminde Sultan III. Murat Han bir sabah namazını kaçırmış… Dini hayatı her şeyden çok önemseyen bu büyük padişah kıl(a)madığı bir sabah namazına fazlasıyla üzülmüştü. Bu üzüntü onu derin muhasebelere götürmüştü. Yüceler yücesinin huzuruna çıkmadan evvel, çabuk davranarak nefsini hesaba çekmiştir. Geçirdiği duygusal incinme neticesinde “Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan” adlı derin manalı bir şiir kaleme almıştır. Bu şiirde manevi körlüğü zemmetmiş, uykudan açılmayan gözlerini gafletten uyanmaya çağırmıştır. Seher vaktinde cümle mevcudatın lisan-ı halleriyle Allah’ı zikrettiğini, eşref-i mahlûkat olan insanın bu hususta gevşek davrandığını dile getirmiştir. Dünyanın geçiciliğini hatırlatarak mala, mülke, makama yaslanan insanların güvenli ve doğru bir yolda yürümediklerini hatırlatmıştır. Bilindiği üzere şair sultanlardan biri olan III. Murat, “Muradî” mahlâsıyla şiirler yazmıştır. Onun, bir sabah namazını kılamaması üzerine yazmış olduğu “Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan” adlı şiirini dikkatlerinize sunmak istiyorum:
“Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrail’in kastı canadır, inan.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Seherde uyanırlar cümle kuşlar
Dill-u dillerince tesbihe başlar
Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Semâvâtın kapuların açarlar.
Mü’minlere rahmet suyun saçarlar…
Seherde kalkana hülle biçerler.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Bu dünya fanidir sakın aldanma.
Mağrur olup tac-u tahta dayanma.
Yedi iklim benim deyu güvenme.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Benim, Murad kulun, suçumu affet.
Suçum bağışlayub günahım ref’ et.
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan”
Bu şiir bir pişmanlık bildirisidir. Her bir mısrası kızgın gözyaşlarıyla yazılmıştır. “Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan” isimli şiir değişik zamanlarda değişik bestekârlarca bestelenerek halkın manevi uyanışına hizmet etmiştir. Buradan da anlıyoruz ki bir zamanlar hem fert, hem topyekûn millet olarak dini hassasiyetlerimiz üst düzeydeydi. Günümüzde sabah namazını kıl(a)mayan insanlar böyle büyük bir pişmanlık yaşayabiliyor mu? Müslümanların yüzde kaçı düzenli olarak sabah namazlarına kalkabiliyor? Ne kadar da değişti değer yargılarımız!… Zamanla her şey gibi dini değerler ve ibadetler de hafife alındı, sıradanlaştı. Bu elbette hayra alamet bir gidiş değildir. Bu yolun sonu maazallah uçurumdur. Fakat gözlerimiz o kadar körelmiş ki uçurumu bile düz yol zannediyoruz.
Devlet ve millet olarak değerlerimizin bendesiydik bir zamanlar… Şimdiyse değerlerimiz kölemiz oldu. Uçup gitti mübarek nefesler… Gölgeler karardı, koyulaştı geçen zamanla birlikte… Aydınlık şafaklardan gelmesini beklediğimiz yolcuların izini kaybettik. Çöllerde vaha ararken çamura battık yolların kavşağında. Sabahlarımız aydınlığını ve tazeliğini çoktan yitirdi. Artık güneş üzerimize doğuyor. Sabahların rahmet ve bereket ikliminde doyasıya soluklanamıyoruz. Güneş üzerimize doğuyor her sabah…
Hayatımız milli ve manevi değerlerden çok uzaklaştı. İnandığımız gibi yaşayamadığımız için, zamanla yaşadığımız gibi inanmaya başladık. Bütün bunlara rağmen kalplerimiz katılaştığı için nedamet gözyaşları dökemiyoruz. Gözlerimiz hakikatlere kapandı sanki. Basiret nazarlarımıza gölge düştü. Bir zamanlar seher vakitlerinde Hakk’a ve hakikate sarılan ve duaya kalkan eller şimdi yastığımız oluverdiler. Yastık olan elerin tekrar dualar eşliğinde Hakk’a ve hakikate yönelme zamanı geldi. Kutlu iklimlere yol almak için bir an evvel yola çıkmamamız lazımdır. Yoksa kervan göçecek, bizler yine dağ başlarında bir başımıza kalacağız. Yolumuzu aydınlatan güneş üzerimizden çekecek ışığını. Elimizi çabuk tutalım, yitiğimizi Avrupa kapılarında değil, kaybettiğimiz yerlerde arayalım.