Ülkemizin işgali yıllarında, iki gözü de ağma olan birisi, Neyzen Tevfik’e ortalığın halini sormuş. Neyzen de, iki gözü de görmeyen adama: “Gördüğün gibi” demiş.
İki gözü görmeyen adam nasıl görür ortalığı?
Kapkaranlık görür.
İçinde bulunduğumuz ortamda, bazı sıkıntılar var.
Nedir o sıkıntılar?
Ülkemiz nüfusunun en az yarısı açlık sınırının altında, diğer yarısının da %75 i de yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Halkın oylarıyla Belediye Başkanlığına seçilen insanların yerlerine Gayyum atanıyor. Gayyum atayanlar; “Şu… şu suçları işlemiş” diyorlar. Görevden alınan Belediye Başkanlarının bağlı oldukları partiler de, suçlamaların gerçeği yansıtmadığını söylüyorlar.
Halk ne diyor?
Halk yer yer toplanıyor, tepkilerini gösteriyor.
Gösteriyor da ne oluyor?
Şimdilik bir şey olduğu yok. Besbelli halk, kesin kararını seçimlere saklıyor.
“El mi yalan, Bey mi yaman?” sonuç o zaman anlaşılacak.
Gene de umutsuzluğa kapılmamak gerektiğini belirtmek istiyorum. Bizden önceki kuşaklar en ağır koşullar altında bile, yaşanmaya değer bulmuşlar hayatı. O nedenle “Umutsuzluğa kapılmamak gerekir” diyorum.
Gerçi kişilerin, partilerin, olayları uygar ölçüler içinde tartışmak yerine zaman zaman kaba kuvvete başvurdukları oluyor. Hem de, tüm ülkeye örnek olması gereken Türkiye Büyük Millet Meclisinde. Ağır sözlerle sataşmalar oluyor. Yine de, olayları yatıştıracak olgunluğa erişmiş olanlar giriyor araya. Olayların daha da büyümesini, olumsuzluklara yol açmasını engelliyorlar.
Kişiler arasında, kurumlar arasında, partiler arasında ilişkiler uygarlık sınırı içinde geçmeli. Kendilerinden sonra siyasete atılacak kuşaklara, iyi dersler vermeli ve tarihte bu iyi derslere tanıklık etmeli.
Büyük Atatürk, bu ulusun tüm bireylerini padişahların kulu, kölesi olmaktan çıkarmış, her birini birbirine eşit, aynı haklara sahip bireyler konumuna getirmişti.
Kurtuluş; hakta, hukukta, adalette, eşit, bağımsız birer birey olma koşulundan vazgeçmemektedir.
Kazancının karşılığındaki ekmeği yemek yerine, niye birbirimizi yiyoruz?