Bu hafta gündelik toplumsal olayların dışına çıkmak, ruhumun derinliklerinden süzülen farklı bir konuyu kaleme almak istedim.
Köprübaşı Edebiyat Dergisi için yazdığım Temmuz ayı yazımı, aynı duyguyla bu köşede de siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Bazı kelimeler vardır ki, duyduğumuz anda yüreğimize bir ferahlık, bir serinlik getirir. İşte o kelimelerden biridir “aşk”… Sadece bir sözcük değil, kimi zaman bir bakışta, bir duada, bir bekleyişte hayat bulur.
“Aşk” üzerine çok şey söylenebilir ve de yazılabilir. İçimde beliren ilk kıvılcım karşı cinse duyulan dünyevi aşktan ziyade, yaratıcıya duyulan o tarifsiz, yüce sevgiydi: İlahi aşk…
Aşk…
Adına yüzlerce cümlenin kurulduğu, şiirlere konu olan, gönülleri yakıp kavuran bir kelime. Sadece harflerden ibaret olmayan, insanı derinliklerine sürükleyen, bazen bir sükûnette gizlenen, bazen bir yangının ortasında yankılanan büyülü bir hâl.
Beşerî aşk, insana ait olan, bakışta başlayan, dokunuşta derinleşen ve zamanla bazen solup giden bir sevda. Oysa ilahi aşk, başlangıcı olmayan bir özlemin sonsuzlukla buluşmasıdır. İçinde ne çıkar vardır, ne menfaat; sadece sevmenin saf hâli, sadece Yaradan’a duyulan teslimiyet ve muhabbet…
Yunus’un dizelerinde dile geldiği gibi:
Aşkın aldı benden beni,
Bana seni gerek seni.
Ben yanarım dünü günü,
Bana seni gerek seni…
Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye göre âlemin varlığının sebebi aşktır.
Hz. Mevlana’nın o derin sözü de bu hakikatin başka bir tercümesidir:
“Aşk, ruhun ağlaması, nefsin ise susmasıdır.”
Ne güzel anlatır bu söz ilahi aşkın özünü… Nefsin sustuğu, arzuların gölgede kaldığı yerde başlar gerçek aşk. O aşk ki seni sen olmaktan çıkarır, yok eder; ama bir yandan da her şeyle bir kılar. Kendi varlığından geçip Yaradan’ın varlığında kaybolmak… İşte ilahi aşkın en yüce makamı budur.
İlahi aşkın kıvılcımı, insanın önce kendisini sevmesinden başlar. Ama bu, nefsin şişirdiği bencilce bir sevgi değil; Allah’ın yarattığı bir canı, bir emaneti sevmek…
Kendini tanıyan, Rabbi’ni tanır derler. Çünkü içimizde bir yerlerde O’na ait bir öz saklıdır.
O yüzden aşk sonsuz ve sınırsız bir duygudur. İçine girdiği kalbi değiştirir, dönüştürür. Taş kesilmiş kalplere bile hayat verecek kadar güçlü bir duygudur.
İlahi aşka eren bir gönül, artık suskunlukla konuşur, bakışlarıyla anlatır. Ne fazlasına ihtiyaç duyar, ne de eksiğin eksikliğini hisseder.
O gönül bilir ki, en gerçek sevgi, karşılık beklemeden verilen, yalnızca Allah rızası için beslenen sevgidir.
Bugün aşkı sadece dizilerde, şarkılarda ve geçici sevdalarda arayan insanoğlu, kalbinin en derin noktasında yanan o asıl ateşi unutuyor: İlahi aşkın yakıcılığını, ama aynı zamanda şifasını…
Gelin, aşkı yeniden hatırlayalım…
Yalnızca bir kalbin değil, tüm varlığın sevebildiği o aşkı…
Sonsuzun sahibi olan Allah’a duyulan sevgiyi…
Çünkü o aşk, bizi hem yakar, hem arıtır. Hem ağlatır, hem diriltir.
Ve o aşk ki, sonunda bizi yine O’na götürür.
En saf, en temiz, en yüce hâliyle…