Türk milletinin belli bir zaman ve süreçten sonra İslamı din olarak kabul etmesi tarihin en mühim dönüm noktalarındandır. Şayet bu millet, İslam zırhını kuşanmasaydı hem kendileri, hem de şerefle taşıdıkla tevhit inancı çok farklı noktalarda olurdu. Bu durumu sindiremeyen müsteşrikler ırkçılığı milliyetçilik süsüyle acı bir zehir olarak bizlere sunmaktadır. Böyle olunca bir buçuk milyarlık İslam ümmeti özlenen ve beklenen birliği sağlayamamaktadır. Oysa İslam inancı bu milletleri birbirine bağlaması gereken bir çimentodur. Fakat bunu her zaman engelliyorlar. İslam’ın reddettiği ırkçılık yaftasını boynumuza asıyorlar. Akif bu durumu şu dizelerle sert bir biçimde dile getirir:
“Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam
Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlayamam
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize?”
İslam mesele üreten değil, çözüm getiren akideler manzumesidir. Lakin bu inanç sistemi art niyetli odakların elinde problemler yumağının kaynağı olarak gösterilmek istenmektedir. Globalleşen dünyada sermaye sahipleri gemilerini yürütmek için bu iğrenç yolu seçmiş bulunmaktadırlar. Çünkü onların sundukları materyalist ve kapitalist sistemler insanlığa huzur getirmekten çok uzaktır. Onlar ancak suni 11 Eylül senaryoları yazıp tatbik ederler. Bunun için de binlerce insanı oyunlarına dekor olarak kurban etmekten çekinmezler.
Kulu en iyi, Yaratanı bilir. Hakk’ın bizlere sunduğu ilahi düzen kusursuzdur. Şüphe yok ki gerçek huzur bu düzene tabi olmakla, İslam dairesi içerisine dâhil olmakla elde edilir. Bunu İslam karşıtları da çok biliyorlar, onun içindir ki bu gerçeği fark eden kitlelerin artmaması için, gençlerden başlamak üzere, kitlelerin düşünme yetilerini değişik yollarla devre dışı bırakıyorlar. İçki, kumar, sigara, uyuşturucu, kadın ticareti, çılgın eğlenceler ilâhi nasları ve gerçekleri unutturmanın, dünyayla teselli bulmanın morfinidir. Müslümanlar bunları görmezlikten gelemez. ‘Benim meselem değildir’ diyemez. İslam’ın hedefi bütün insanlığı şer batağından kurtarıp tevhit aydınlığına çıkarmaktır.
Müslümanlar iman denizinde kum tanesi hükmündedir. Tek başına fazla bir şey ifade etmeseler de birleşince kum dağları oluştururlar. Bu dağlar günün birinde bulutlara değecek yüksekliğe varabilir. Bunun içindir ki güçlerimiz birleştirilmeli, yük paylaşılmalı, nimetler de bölüşülmelidir. Özellikle Müslüman aydınlar fildişi kulelerde oturup ahkâm kesmemelidir. Hak ve halk için halkın yanında, halkla beraber hareket edilmelidir.
Müslümanların meselelerinin ana kaynağı kimliğini netleştirememektir. Kimlik, bir insanın kendisini değişik açılardan tanımlaması, tarif etmesidir; kendini bir kalıba oturtmasıdır. Mühim olan başkalarının bizi nasıl gördüğünden öte, bizim nasıl bir kimlik arayışı içerisinde olduğumuzdur. İrademizi başkalarına teslim etmek anlamsızdır.
Bazı toplumların kimliklerinde ırk ve soy faktörü öne çıkar. Yahudilerde ve Almanlarda durum böyledir. Müslüman halkların kimliğini belirleyen temel faktör İslâm dinidir. Oysa ülkemizde kimliğimize rengini veren ‘İslam’ inancına karşı alternatifler aranmaktadır. Bu arayışlar lüzumsuzdur, bizi bölmeye, parçalamaya yöneliktir. Kimlik arıyorsan ‘İslam’ neyine yetmiyor? Altı yüz yıllık Osmanlı’yı dimdik ayakta tutan İslam paydasında toplanma anlayışı değil miydi? Çöplükte hazine aramak ahmaklık değil de nedir?
Müslümanlar olarak kültür ve inanç coğrafyasında önce yerimizi tespit etmeliyiz. Batılı mıyız, doğulu muyuz? ‘Hem batılıyım, hem de doğuluyum’ demek bir anlamda ‘Ben henüz bir kimlik sahibi değilim’ demektir. Tanzimat’tan bugüne kadar yaptığımız en büyük yanlış hem batılı, hem de doğulu görülmek, lakin neticede hiçbiri olamamaktır.
Doğulu olmak Batı’nın maddi değerlerini reddetmeyi gerektirmez. “İlim müminin yitik malıdır, onu nerde bulursa alsın” hadisi yönümüzü gösteren bir pusuladır. Bizler teknolojiden evvel, Batı’nın kültürel değerlerine sevdalanmışız. Bu, kimliğimizi kaybetmemize, tanınmaz bir mahlûk oluşumuza zemin hazırlamıştır. Ayakları yere basan, onurlu, diri ve gururlu bir millet olmak ancak kendimiz olmakla mümkündür. Batı’nın paspası olmak mecburiyetinde değiliz. Titreyip özümüze dönmeliyiz. Zira hatadan dönmek fazilettir. Kendi meselelerini başına musallat eden Müslümanlar, köklü çözümü de kendileri bulacaktır.