Önceki valilerimizden Sayın Hasan Basri Güzeloğlu ile bir toplantıda yan yana gelmiştik. Vali, bir ara bana; “Sen niye konuşmuyorsun?” dedi. Ben de kendisine İbrahim Hakkı Hazretlerinin öğüdünü tutuyorum” yanıtını verdim. “Ne dermiş İbrahim Hakkı Hazretleri?” diye sordu. Ben de : “Az ye, az uyu…” dedikten sonra, bana döndü, “Üçüncüsünü söyleme, çünkü ben çok konuşacağım” dedi. Üçüncüsü de “Az konuş” tu.
Konuşmak bir gereksinimdir insanlar için. Bazı meslek sahipleri azına, çoğuna bakmadan konuşmak durumundadır. Çünkü anlatmak istediklerini az konuşarak anlatamazlar. Herkes de Arif değil ki, leb demeden leblebiyi anlasın.
İdarecilik görevi (Valiler, kaymakamlar) diğer yönetici konumunda olanlar, öğretmenler, vaizler, din hocaları konuşmak durumundadır. Şimdi hayatta olmayan bir müftü efendi, espri olarak; “Çok konuşmak için utanmaz yüz, tükenmez söz” gerekir” derdi. “Utanmaz yüz” bir espri idi. Çünkü vaazları her yaştan, her seviyeden insan dinliyor. Herkesin; her yerde, her zaman ve özellikle de camilerde, konuşmacılardan öğrenmek istediği konu çok.
Ne var ki, konuşmacılar konuşurken, karşılarındakilerin konuşmalara ilgi duyup duymadıklarına, dikkatlerinin dağılıp dağılmadıklarına bakmaları gerekir.
Hani, Nasrettin Hoca, halka, “Anlatmak istediklerimi biliyor musunuz?” diye sormuş. Kimisi “Biliyoruz” kimisi de “Bilmiyoruz” demiş. Hoca da o toplumdan konuşmadan ayrılırken, “Bilenler, bilmeyenlere anlatasın” diyerek onlara bir ders vermek istemiş. Çünkü herkesin hemen her konuda öğrenmek istediği pek çok konu var ama insanlar için en büyük talihsizlik, öğrenme ihtiyacını duymamasıdır.
Ne yazık ki, okumuşlarımız da öyle, okumamışlarımız da, özellikle her şeyi bildiklerini zannedenler de öyle.
Konuşulanları dinlemeliyiz. Uzun sayılabilecek yaşamımızda hiç ummadığımız kişilerden çok önemli şeyler öğrendiğime tanık oldum. Hatta “Benim aklıma bu görüş niye hiç gelmedi bu güne kadar” diye söylendiğim oldu. O nedenle, “Hasmın karınca da olsa hor görme” diye bir halk deyimimiz vardır. Bu yüzden Bilgiç Dede hikâyesini anlatmıştım uzun zaman önce yazılarımın birinde Dilerseniz bir kez daha yineleyelim:
Ateşin icat edilmediği bir bölgede, “Bilgiç Dede” namıyla bilinen biri yaşarmış. İnsanlar, ateşi de sert cisimleri birbirine vurarak kıvılcım çıkmasını sağlar, ateşi bu şekilde elde ederlermiş. Sabahları erken kalkanlar, kimlerin bacasından duman çıktığına bakar, oradan ateş alırlarmış.
Bir evden dışarı çıkan bir kadın, Bilgiç Dede’nin evinin bacasından duman çıktığını görmüş ve 7-8 yaşlarındaki kızını ateş almak için Bilgiç Dede’nin evine göndermiş. Kız da gitmiş ateş istemiş. Bilgiç Dede, “Kızım bir kap getirmemişsin, benim evimde de öyle bir kap yok” demiş. Kız kolayı var diyerek ocağa yönelmiş, eline bir avuç kül almış, üstüne koy, demiş. Bilgiç Dede de ateşi kızın avucundaki külün üzerine koymuş ve kız giderken beyaz sakalını sıvazlayarak; “İnsan ne kadar bilse yine bilmediği şeyler kalırmış.”
Konuşma veya dinleme konusunda bu kıssadan hisse yeterli mi?